Jump to content
×
×
  • Yeni Oluştur...

Weblep.Com'a Hoş Geldiniz !

Weblep.Com'da aradığınız herşeyin çok daha fazlasını bulabilirsiniz , forum slayt reklam alanının da ilerleyen tarihlerde içerikler yer almaya başlauyacaktır.

WebLep Hosting ve Tasarım

Weblep.Com'a Hoş Geldiniz !

Weblep.Com'da aradığınız herşeyin çok daha fazlasını bulabilirsiniz , forum slayt reklam alanının da ilerleyen tarihlerde içerikler yer almaya başlauyacaktır.

WebLep Hosting ve Tasarım

Weblep.Com'a Hoş Geldiniz !

Weblep.Com'da aradığınız herşeyin çok daha fazlasını bulabilirsiniz , forum slayt reklam alanının da ilerleyen tarihlerde içerikler yer almaya başlauyacaktır.

WebLep Hosting ve Tasarım

Weblep.Com'a Hoş Geldiniz !

Weblep.Com'da aradığınız herşeyin çok daha fazlasını bulabilirsiniz , forum slayt reklam alanının da ilerleyen tarihlerde içerikler yer almaya başlauyacaktır.

WebLep Hosting ve Tasarım

Weblep.Com'a Hoş Geldiniz !

Weblep.Com'da aradığınız herşeyin çok daha fazlasını bulabilirsiniz , forum slayt reklam alanının da ilerleyen tarihlerde içerikler yer almaya başlauyacaktır.

WebLep Hosting ve Tasarım

  • Profil Reklam Alanı

Sevda

Kullanıcı
  • İçerik sayısı

    15
  • Üyelik Tarihi

  • Son ziyaret

  • Ticaret Puanı

    0%

Sevda Hakkında

monthly_2022_05/Member.png.b6ca39eaa5d9f3810153f1ced9933fd4.png
  • Kullanıcı Grubu: Kullanıcı


  • Rütbe: Usta Yardımcısı


  • İçerik Sayısı: 15


  • İçerik Gönderi Oranı: 0.02


  • İtibar: 0


  • Başarı Puanı: 150


  • Kazanılan Günler: 0


  • Katılma: 24-05-2022


  • Forumda ki Süresi: 882 Gün


  • Doğum Günü: 01-03-1997 (27)


  • Son Aktivite:

Sevda Hakkında

  • Doğum Günü 01-03-1997

Kişisel Bilgiler

  • Hakkında
    nisanur
  • Renk
      #0B5394
  • Takım
    galatasaray
  • Nereden Gördünüz
    Arkadaş Daveti

Profil Ziyaretleri

358 profil görüntüleme

Sevda Ait Başarılar

Usta Yardımcısı

Usta Yardımcısı (3/14)

  • Sohbet Başlatıcı

Son Rozetler

0

Topluluk Puanı

  1. GIRTLAK KANSERİ NEDİR? Baş boyun kanserleri arasında bulunan gırtlak kanseri boğazın dil kökü ile nefes borusu arasında kalan ses tellerinin bulunduğu bölgede oluşur. Larinks veya laringeal kanser olarak da bilinen gırtlak kanseri baş boyun kanserleri arasında en sık görülen kanser türlerinden biridir. GIRTLAK KANSERİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR? 3 haftadan fazla süren ses kısıklığı: Ses kısıklığı gırtlak kanserinin en sık rastlanan belirtileri arasındadır. Ancak ses kısıklığının tek nedeni gırtlak kanseri değildir. Larinks iltihabı da denilen akut larenjit, çok fazla bağırmak, sigara kullanımı, reflü, burun akıntısı, alerji, tiroit problemleri, yaşlılık gibi birçok neden ses kısıklığına yol açabilir. Ses kısıklığının yanında se tonundaki ani değişimlere de dikkat edilmelidir. Yutma güçlüğü: Yutma güçlüğü farklı şekillerde tarif edilebilir. Boğaza yapışmış bir kırıntı hissi, yemekleri tamamen yutamamak, yutma sırasında ağrı veya yanma hissi, yemeğin boğaza yapışıyor gibi hissedilmesi yutma sorunları olarak tarif edilebilir. Yaşanan her yutma güçlüğü gırtlak kanserinin belirtisi değildir. Striktür olarak bilinen yemek borusunun zararsız daralması da yutma güçlüğüne neden olabilmektedir. Ancak ilerlemiş gırtlak tümörlerin de yutma güçlüğüne neden olabileceği unutulmamalıdır. Kilo kaybı: Kontrolsüz kilo kaybı sadece gırtlak kanserinin değil birçok kanserin belirtisi olarak ortaya çıkabilmektedir. Gırtlak kanserinin ilerlemiş evrelerinde daha fazla görülmektedir. Kontrolsüz şekilde kısa sürede 4-5 kg. verildiği durumlarda rutin kontrollerin yaptırılması hayat kurtarıcı olabilmektedir. Nefes Darlığı: Nefes darlığı veya hırıltılı nefes alma da gırtlak kanserının belirtileri arasındandır. Özellikle giderek ilerleyen tarzda hırıltılı solunum ve nefes darlığı olması durumunda gırtlak kanseri düşünülmelidir. Boğazda yumru veya şişlik hissi Yorgunluk Ağız kokusu Kulak ağrısı Kilo kaybı Bu belirtilerin birçoğu kanser dışı sağlık sorunlarından kaynaklanabilmektedir. Özellikle uzun yıllar sigara ve alkol kullanan kişilerde benzer belirtiler ortaya çıkabilir. Gırtlak kanserinin belirtileri olan bu semptomlar kanser dışı nedenlerden kaynaklanabilir. Kronik larenjit, sigara tüketimi, reflü, sesi zorlamak, kötü huylu olmayan benign tümörler, ses tellerinde laringeal nodül denilen doku büyümeleri, HPV’nin neden olduğu gırtlakta siğile benzer büyümeler gırtlak kanseri belirtileriyle karıştırılabilir. Ancak belirtileri dikkate alarak gerekli kontrolleri yaptırmak hayat kurtarıcı olabilmektedir. Gırtlak kanserinin nedenleri nelerdir? Gırtlak kanseri gelişmesine neden olabilecek risk faktörleri bulunmaktadır. Tütün ve alkol kullanımı: Alkol ve tütün kullanımı gırtlak kanseri riskini artıran en önemli risk faktörlerinin başında gelmektedir. Tütün ürünü ve alkolün kullanım miktarı ve kullanılan yıl ne kadar fazlaysa risk faktörü de aynı oranda yükselmektedir. Günde 25 taneden fazla sigara kullanan veya 30 yıldan fazla süredir sigara içenlerin, sigara içmeyenlere göre gırtlak kanseri gelişme olasılığı yaklaşık 40 kat daha fazladır. Aynı şekilde uzun süredir ve düzenli alkol kullananlar alkol kullanmayanlara göre 3 kat daha fazla risk altındadır. Gırtlak kanserinin de içinde bulunduğu baş boyun kanserlerinin büyük bir çoğunluğunu nedeni sigara kullanımıdır. Sigara veya tütün ürünü kullanmayın sürekli olarak dumanına maruz kalan kişilerin de gırtlak kanseri olma riski artmaktadır. Cinsiyet: Erkeklerin gırtlak kanseri olma riski kadınlara oranla 4-5 kat daha fazladır. Ancak son yıllarda kadınlar arasında sigara kullanımının yaygınlaşması gırtlak kanserinin kadınlarda da sık görülmesine neden olmaktadır. Genetik faktörler: Ailesinde baş boyun kanseri veya gırtlak kanseri geçmişi olan kişilerde gırtlak kanseri gelişme riski olmayanlara oranla daha fazladır. Yaş: Birçok kanser türünde olduğu gibi gırtlak kanserinde de ilerleyen yaş en önemli risk faktörleri arasındadır. Gırtlak kanseri 40 yaş altında nadir görülmektedir. Beslenme tarzı: Kırmızı et, işlenmiş gıda veya kızarmış yiyecekleri fazla tüketenlerde gırtlak kanseri gelişme riski daha fazladır. Aynı zamanda A ve E vitamininden eksik beslenmenin de gırtlak kanseri nedeni olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Akdeniz diyeti olarak bilinen taze meyve ve sebze ağırlıklı beslenmek yeteri miktarda A ve E vitamini almak gırtlak kanseri riskini azaltabilmektedir. HPV virüsü: Daha çok cinsel yolla bulaşan ve kadınlarda genital siğil, rahim ağzı ve vajina kanserine neden olan HPV (Human papilomavirus enfeksiyonu) virüsünün gırtlak kanserine neden olabileceğini gösteren bilimsel çalışmalar bulunmaktadır. HPV yaygın bir enfeksiyondur ve çoğu insanda herhangi bir soruna neden olmadan kendi kendine geçebilmektedir. Zararlı maddelere maruziyet: Meslekten kaynaklanan bazı zararlı veya kimyasal maddelere uzun süre maruz kalmak gırtlak kanseri nedeni olabilmektedir. Talaş Kurum veya kömür tozu Boya dumanı Boya üretimi ve kozmetik ürünler gibi birçok endüstride kullanılan formaldehit Nikel Temizlik çözücü olarak kullanılan iziopropil alkol Sülfürik asit sisi Asbest Kötü ağız hijyeni ve reflü hastalığı da gırtlak kanseri nedeni olabilmektedir. GIRTLAK KANSERİ TEŞHİSİ NASIL YAPILIR? Gırtlak kanserinin erken teşhisi tedavide önemli avantajlar sağlamaktadır. Belirtilerden bir veya daha fazlası olan kişilerin zaman geçirmeden uzman bir kulak burun boğaz doktoruna gitmeleri hayati önem taşımaktadır. Doktor muayenesi: Gırtlak kanserini teşhisinde doktor muayenesi hastalık hakkında fikir verebilmektedir. Doktor muayenede; sigara, alkol kullanımı gibi yaşam tarzı ve mesleki risk faktörlerini değerlendirir. Gırtlak kanserinde boğazda yumru şeklinde bir şişlik olabileceği için doktor fiziki muayene yapacaktır. Fiziki muayenede doktor; yanaklar ve dudaklar dahil olmak üzere ağzın iç kısmında topaklar veya şişlik hissi, ağız tabanı, boğazın arkası ile burun ve kulakları inceler. Gırtlak kanseri teşhisini netleştirmek için bir takım testler ve görüntüleme yöntemlerine başvurulabilir. Nazendoskopi: Doktorun gırtlak ve boğazı daha iyi görebilmesi için kullandığı bir tür endoskopidir. Ucunda ışık ve küçük bir kamera bulunan esnek bir tüp ile hastanın burun deliklerinden girilerek gırtlakta anormal bir yapı varlığı incelenir. Nazendoskopi işlemi öncesi ön hazırlık yapmaya gerek yoktur. Laringoskopi: Nazendoskopi işlemiyle gırtlağın yeterince incelenemediği durumlarda veya şüpheli bir oluşum belirlendiğinde uygulanmaktadır. Laringoskop işleminde kullanılan endoskop daha uzundur ve işlem ağız yoluyla gerçekleştirilmektedir. Laringoskop öncesi kan sulandırıcı ilaçların kullanılması kesilebilir. İşlem genellikle genel anestezi altında gerçekleştirilmektedir. Video Laringostroboskopi: Genel anesteziye uygun olmayan hastalarda veya ses tellerinde ortaya çıkan tümörlerin teşhisinde uygulanabilmektedir. Kullanılan endoskopun ucunda kamera ve fiber optik flaş ışığı bulunur. Tedaviden önce, tedavi sırasında ve sonrasında ses tellerini değerlendirmek için de yapılabilir. Yaklaşık 30 dakika süren işlem lokal anestezi altında gerçekleştirilebilir. Biyopsi: Nazendoskopi veya Laringoskopi sırasında incelenen bölgelerde şüpheli bir yapı görüldüğünde doku örneği alınarak laboratuvara gönderilebilir. Biyopsi için kanserden şüphelenilen dokunun bir kısmı veya tamamını cerrahi olarak çıkarılabilir. Boyunda hissedilen bir yumrunun olduğu durumlarda İnce iğne aspirasyon biyopsisi de yapılabilmektedir. Gırtlak kanseri teşhisinde görüntüleme yöntemlerinde de faydalanılabilir. Röntgen, ultrason, Bilgisayarlı Tomografi (CT), Manyetik Rezonans (MR) ve PET gibi görüntüleme yöntemleri kanserin tam bölgesi ve büyüklüğü hakkında fikir vermektedir. GIRTLAK KANSERİ TEDAVİSİ NASILDIR? Gırtlak kanseri tedavisi; tümörün bulunduğu tam bölge, evresi, derecesi ve hastanın genel sağlık durumuna göre farklılık gösterebilir. Genel olarak gırtlak kanseri tedavisinde cerrahi, radyasyon tedavisi(radyoterapi) ve kemoterapi uygulanmaktadır. Tedavide bazen bu seçeneklerden sadece biri kullanırken bazen kombin tedaviler uygulanabilmektedir. Gırtlak Kanserinin Cerrahi Tedavisi Endoskopik (yöntem ile kısmi gırtlak alınması ) Rezeksiyon (Endoskopik Lazer Cerrahisi) Daha çok erken evre gırtlak kanserleri ve lokal ileri evre gırtlak kanseri hastaları için uygun bir cerrahi yöntemdir. Halk arasında ağız içi lazer ameliyatı olarak bilinen endoskopik rezeksiyon ameliyatı ağız yoluyla gerçekleştirildiği için her hangi bir kesi uygulanmamaktadır. İşlem sırasında lazer kullanıldığı için kanama daha azdır. İşlem genel anestezi altında ameliyathanede gerçekleştirilir. Ağızdan ses tellerine kadar yerleştirilen tüpten gerekli cerrahi aletler ve lazer geçirilir. Mikroskop altında gerçekleştirilen operasyonda cerrah kanserli tümörü net bir şekilde görmektedir. Tümörün durumuna göre cerrah bir kısmını lazerle kesebilir veya yüksek enerji kullanılan lazerle tamamen yok edebilir. Endoskopik lazer cerrahi işleminden önce hastanın bu ameliyata uygun olup olmadığı belirlenmelidir. Lazer ameliyatı ağız yoluyla yapıldığı için hastanın dişlerinin ve boğaz yapısının bu işleme uygun olması gerekmektedir. Ağız için lazer ameliyatından sonra hastanede yatış süresi tümörün bulunduğu bölge ve büyüklüğüne göre değişebilmektedir. Genellikle büyük tümörlerde yapılan endoskopik lazer ameliyatlarından sonra oluşan şişlik nefes alma veya beslenmede sorunlara yol açabilir. Ağız içi lazer ameliyatı genellikle konuşma ve yutma konusunda kalıcı sorunlara yol açmamaktadır. Ameliyattan sonraki birkaç gün konuşma kısıtlaması getirilebilir. Uzun süren konuşma sorunlarında konuşma terapisti ile çalışmak olumlu sonuçlar verebilir. Gırtlak Kanseri Larenjektomi Ameliyatı Tümörün büyüklüğüne ve yerine bağlı olarak gırtlağın kanserden etkilenen kısmı veya tamamı cerrahi olarak çıkartılır. Kısmı larenjektomi denilen gırtlağın sadece bir kısmının alındığı ameliyatlar boyunda küçük bir kesi açılarak yapılabildiği gibi ağız yoluyla kesi yapılmadan da gerçekleştirilebilir. Kısmi larenjektomi ameliyatlarında hastanın nefes alabilmesi için boyunda küçük bir delik açılır. Bu delik genellikle ameliyattan sonra kapanır. Kısmi larenjektomi ameliyatlarından sonra geçici bir süre konuşma sorunu yaşanabilir. Ancak genellikle iyileşme sürecinden sonra konuşma ve nefes alma sorunu görülmemektedir. Gırtlağın tamamımın çıkartıldığı yani total larenjektomi ameliyatlarında soluk alıp verebilmek için nefes borusu boğaza açılan deliğe bağlanır. Total larenjektomi yani gırtlağın tamamının alındığı ameliyatlarda boğaza açılan delik kalıcıdır. Total larenjektomi ameliyatlarından sonra hasta sesini kaybetmektedir. Konuşma cihazı veya ses cihazı olarak üretilen ses protezleri ile hasta iletişimini sağlayabilmektedir. Total larenjektomi ameliyatlarından sonra ses sorununun yanında yutkunma, tat ve koku alma gibi sıkıntılar da görülebilmektedir. Boyun Diseksiyon Ameliyatı Gırtlak kanseri bazen boyundaki lenf bezlerine yayılabilir. Genellikle kanserli hücreler ilk olarak lenf bezlerine. Gırtlak kanserinin cerrahi tedavisinde bazen lenf bezlerinin bir kısmı veya tamamını çıkarmak gerekebilir. Lenf bezlerinin çıkarıldığı boyun diseksiyonu ameliyatlarında kas, sinir ve yakın dokularda çıkartılabilir. Yan etkileri olduğundan her hastaya boyun diseksiyon ameliyatı uygulanmayabilir. Lenf bezlerinin çıkartılması kanserin yayılmaması için en önemli tedbirlerden biri olmasına rağmen çıkartılan lenf bezlerine göre; kulakta uyuşma, alt dudakta hareket kaybı, dilde hareket ve his kaybı, omuzda hareket kaybı, boyun ve kolda hareket kaybı gibi yan etkilere yol açabilir. Boyun diseksiyonu ameliyatından sonra radyoterapi uygulanabilir. Herhangi bir şişlik, dolgunluk veya baskı hissinde, yutmada zorluk yaşandığında veya seste yaşanan değişikliklerde doktora başvurmak gereklidir. Gırtlak Kanseri Radyoterapi Tedavisi Erken evre gırtlak kanserinde ilk tercih radyoterapi tedavisidir. Kanser hücrelerini yok etmek için yüksek enerjinin kullanıldığı radyoterapi tek başına kullanılabileceği gibi tümörün yeri ve büyüklüğüne göre cerrahi ve kemoterapi ile birleştirilerek de uygulanabilir. Raryoterapi tedavisi bazen gırtlak kanseri ameliyatlarından sonra da uygulanabilir. Gırtlak kanserinin nüks etmesini yani tekrarlamasını engellemek için, tümörün tamamının çıkartılamadığı durumlarda veya gırtlak duvarı boyunca büyüyen tümörlerde ameliyat sonrası radyoterapi uygulanabilir. İleri evre gırtlak kanseri olan hastalarda daha iyi sonuç alabilmek için kemoterapi ile birlikte radyoterapi uygulanabilir. Gırtlak kanserinin ileri evrelerinde uygulanan radyoterapi yutkunma veya nefes almak gibi yaşanan sıkıntıları azaltabilir. Radyoterapi tedavisi sırasında; yorgunluk, ciltte kızarma veya koyulaşma, boğaz ağrısı, yutma zorluğu veya şişme gibi yan etkiler görülebilmektedir. Gırtlak Kanserinde Kemoterapi Tedavisi Gırtlak kanserinde kemoterapi tedavisi ameliyat öncesi ve sonrası yapılabilir. Genellikle radyoterapi ile birlikte uygulanır. Ameliyat öncesi kemoterapi uygulanarak tümörün boyutu küçültülerek ameliyat edilebilecek seviyelere getirilebilir. Gırtlak kanserinin tekrarlamaması için kemoterapi uygulanabilir. Kemoterapi tedavisinde son yıllarda hedefe yönelik akıllı ilaçlar ön plana çıkmaktadır. Hedefe yönelik akıllı ilaçlar kemoterapinin yaşanabilecek yan etkilerini azaltırken tedavinin etkinliğini artırmaktadır. GIRTLAK KANSERİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR Gırtlak Kanserinde Hangi Doktora Gidilmelidir? Gırtlak üst solunum yolunun bir parçası olduğu gibi aynı zamanda bir ses organıdır. Boğaz kanseri veya Larinks kanseri olarak da bilinen gırtlak kanserinin ilk teşhis ve tedavisini Kulak Burun Boğaz doktorları yapmaktadır. Gırtlak kanserinin tedavisinde kulak burun boğaz doktoru seçilirken baş boyun cerrahisi konusunda uzmanlaşmış bir doktorun ve bu konuda alt yapısı yeterli bir hastanenin tercih edilmesi önemlidir. Gırtlak Kanseri Çeşitleri Nelerdir? Gırtlak kanseri başladığı hücre tipine göre çeşitlerine ayrılmaktadır. Skuamöz hücre tipi gırtlak kanseri: Gırtlak kanserinin neredeyse %95 kanseri bu tiptir. Epiglot denilen gırtlağın üst kısmında ince, yaprak şeklindeki kapakta bulunan düz yassı hücrelerde veya gırtlağın diğer kısımlarında aynı yapıdaki hücrelerde başlar. Skuamöz hücre tipi gırtlak kanseri yayıldığı bölgeye göre de çeşitlerine ayrılır. Glottik kanser -ses tellerinde başlar Supraglottik kanser - ses tellerinin üst kısmında başlar Subglottik kanser - ses tellerinin altında başlar Orofarengeal kanser - ağzın hemen arka kısmında başlar Nazofarengeal kanser - boğazın arka kısmında başlar Adenokarsinom gırtlak kanseri: Son yıllarda görülme sayısı artmasına rağmen skuamöz hücre tipi gırtlak kanserine göre çok daha nadir görülür. Gırtlak yüzeyine dağılmış mukus üreten adenomatöz hücrelerde başlar. Gırtlak kanserinin çok nadir görülen çeşitleri de bulunmaktadır. Küçük tükürük bezi tümörleri, sarkomlar, melanom, Hodgkin olmayan lenfoma veya Ekstramedüller plazmasitom gibi nadir görülen gırtlak kanseri çeşitleri bulunur. Gırtlak Kanseri Dereceleri Nelerdir? Gırtlak kanserinin derecesi kanserli hücrelerin görünümüyle ilgidir. Genel olarak düşük dereceli ve yüksek dereceli gırtlak kanseri olarak ikiye ayrılmaktadır. Düşük dereceli gırtlak kanseri; kanser hücreleri kaynaklandığı hücrelere benzer görünüm sergilemektedir. Düşük dereceli gırtlak kanseri hücreleri genellikle yavaş büyür ve yayılma olasılığı daha düşüktür. Yüksek dereceli gırtlak kanseri; kanser hücrelerindeki farklılaşım fazladır. Yüksek dereceli gırtlak kanseri hücreleri daha hızlı çoğalma eğilimindedir ve düşük dereceli kanser hücrelerine göre yayılma olasılıkları daha yüksektir. Gırtlak Kanseri Evreleri Nelerdir? Gırtlak kanseri teşhisinden sonra evresinin belirlenmesi tedaviyi şekillendirmek için önemlidir. Gırtlak kanseri evresi kanserin ne kadar yayılım yaptığının belirlenmesiyle ortaya konulur. Tümörünün tam yeri, yakın lenflere yayılımı ve uzak organlara metastaza göre gırtlak kanseri evrelere ayrılır. Gırtlak kanserinde 5 evre bulunur. 0. Evre; Anormal kanser hücrelerin çevreleyen dokulara yayılmadığı çok erken bir evredir. Kanser hücreleri sadece gırtlağın iç astar kısmındadır. 1. Evre ve 2. Evre; Erken evre gırtlak kanseridir. Tümör küçüktür ve gırtlağın dışına taşmamıştır. 3. Evre; Tümör daha büyüktür ve ses tellerinden birini etkiyebilmektedir. 3. Evre gırtlak kanserinde tümör ayrıcı gırtlağın üst kısmında ince, yaprak şeklindeki epiglot denilen kapağın veya tiroit bezinin iç kısmına doğru da büyümüş olabilir. 4. Evre; Gırtlak kanserinin son evresidir. Tümör gırtlak dışında tiroit bezine, trakea denilen soluk borusuna veya yemek borusuna yayılmış olabilir. Gırtlak Kanseri Ölümcül Müdür? Gırtlak kanseri ölümcül bir hastalıktır. Yaşam süresi; gırtlak kanseri tümörünün cinsine, yerine, büyüklüğüne, yayılımı ve hastanın tedaviye verdiği cevaba göre farklılık göstermektedir. Genel anlamda yapılan çalışmalarda uygun tedaviden sonra 5 yıl hayatta kalma süreleri şu şekildedir. 1. evre gırtlak kanseri %90 2. evre gırtlak kanseri %70 3. evre gırtlak kanseri %60 4. evre gırtlak kanseri %40 Yapılan istatistiklerde çıkan sonuçlara göre hastanın yaşam süresini söylemek mümkün değildir. Hastaların tedaviden sonraki ilk iki yıl boyunca üç ila altı ayda bir doktorlarını görmeleri gerekmektedir. Kanserlerin % 80 -90’ı ilk 3 yıl içinde nüks etmektedir. Gırtlak Kanseri Nereye Metastaz Yapar? Kanserli hücreler bulunduğu bölgeden vücudun diğer bölgelerine yayılabilir. Gırtlak kanseri metastazı önce komsu dokulara yapar. İleri evrelerde metastaz uzak organlara da olabilir. Gırtlak boyunca Boyundaki yumuşak dokular Tiroit bezi Ses telleri Dil tabanı Yutak Soluk borusu (trakea) Dil kasları ve boyun kasları Yemek borusu Lenf bezleri Akciğer, karaciğer ve kemiklere metastaz yapabilir. Gırtlak Kanseri Ameliyatından Sonra Konuşabilecek miyim? Kısmı gerçekleştirilen gırtlak kanseri ameliyatlarında ses telleri korunabilir. Ses tellerinin korunduğu bu ameliyatların hemen ardından konuşma zorluğu yaşansa da bir süre sonra ses eski haline gelebilmektedir. Ancak gırtlağın tamamın çıkartıldığı ameliyatların ardından hasta sesini kaybetmektedir. Bu ameliyatlardan sonra hastanın durumuna göre farklı konuşma teknikleri veya cihazlar kullanılabilir. Özofagus konuşması denilen havayı yemek borusundan aşağı doğru hareket ettirerek ve ardından ağza geri getirerek konuşma gerçekleştirilebilir. Bunun için ses terapistleriyle çalışma yapılabilir. Elektronik gırtlak denilen küçük bir cihazı boyna doğru tutarak hastanın ses çıkarması mümkündür. Halk arasında ses mikrofonu olarak da bilinen ses protezleri ile hastanı konuşması sağlanabilir. Gırtlak Kanseri Sonrası Beslenme Nasıl Olmalıdır? Gırtlak kanseri tedavisi boyunca radyoterapi veya ameliyattan sonra yutma zorluğu, ağrı, tat alma, kilo kaybı gibi sorunlar yaşanabilmektedir. Gırtlak kanseri ameliyatından sonra katı gıda beslenmeye hemen geçilemeyeceği için beslenme için burundan, boğaza açılan delikten veya karın duvarından mideye bir tüp bağlanabilir. Bu süreçte hasta bu tüp vasıtasıyla sıvı besinler almaktadır. Normal beslenmeye geçildiği dönemde asitli, baharatlı yiyeceklerden uzak durulması gerekir. Bazı ameliyatlardan sonra hastalarda tat alma kaybı yaşanabilmektedir. Tat kaybını gidermek için besinlere güçlü soslar veya tadını tat katacak ot, sarımsak, limon suyu takviyesi yapılabilir. Çiğnemesi ve yutması daha kolay besinler tercih edilmelidir. Buna rağmen kilo kaybı yaşanıyorsa doktorunuza başvurarak ek vitamin takviyesi istenebilir. Sigara içmek gırtlak kanserine neden olabilir mi? Sİgara içmek gırtlak kanseri için başlıca risk faktörlerindendir. Şöyle ki toplumda yaklaşık her 100.000 kişiden birinde gelişen gırtlak (larinks) kanseri çoğunlukla sigara içen erkeklerde görülebilirken, sigara kullanımının artmasıyla kadınlarda da son zamanlarda gırtlak kanserinin görünme sıklığında artış olmuştur. Gırtlak kanserinin en önemli belirtisi ses kısıklığı olup, özellikle 2 haftayı geçen ses kısıklığında mutlaka bir kulak burun boğaz hastalıkları uzmanına muayene olunmalıdır. Gırtlak Kanseri Olmamak İçin Neler Yapılmalıdır? Gırtlak kanseri oluşmaması için kanıtlanmış kesin bir yol bulunmamaktadır. Ancak risk faktörlerinden uzak durularak gırtlak kanserine karşı önlem alınabilir. Sigara ve alkolden uzak durmak .Gırtlak kanseri için en önemli risk faktörü sigaradır. Sigarayı bırakmak gırtlak kanseri riskini önemli oranda düşürmektedir. Meyve ve sebze ağırlıklı bir beslenme düzeni önemlidir. Gerekli vitamin ve antioksidanları aldığınızdan emin olun. HPV gırtlak kanserine yol açabildiği için gerekirse HPV aşısı olunmalıdır.
  2. Apse Belirtileri Nelerdir? Apseler birçok belirti gösterebilir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: Dişlerde sürekli olarak kendini gösteren ağrılar, Yemek yerken dişlerde hassasiyet oluşması, sıcak veya soğuk yiyeceklerde de gösterebilir, Yine yemek yemeye devam ederken oluşan ağrılar, Apseye bağlı olarak yüz ve boyunda şişme, Ateşlenmeler. Kaç Tür Apse Vardır? Bunlar Nelerdir? Apseleri iki farklı türde inceleyebiliriz. Bunlar; dişlerin kökünde biriken, diş aralarında oluşan apseler olarak ele alınabilir. Diş köklerinde biriken apseler genellikle yeterli ağız bakımı yapılamaması, çürüklerin tedavi ettirilmemesi ile oluşurlar. Diş aralarında oluşan apseler ise yine ilk türde neden olan yeterli ağız bakımının yapılmaması ile oluşurlar. Günlük diş arasında kalan yiyecekler temizlenmediğinde bakım yapılmadığında bu tür apselerin oluşması kaçınılmazdır. Apseler Nasıl Teşhis Edilirler? Diş hekiminiz ilk olarak röntgen ardından tanı ile apseli alanı teşhis edecektir. Röntgen apsenin ne durumda olduğu veya hangi aşamada olduğu konusunda oldukça yararlı olacaktır. Apse Tedavisi Nasıl Yapılmalıdır? İlk olarak örnek vermiş olduğumuz diş kökünde oluşan apseler için çoğunlukla kanal tedavisi uygulanabilmektedir. Kanal tedavisini endodontist uzmanları profesyonel bir şekilde uygulayacaktır. Fakat bazı apselerde kanal tedavisi tek başına yeterli olmayabilmektedir. Bu gibi vakalarda cerrahi işlemler uygulanabilir. Her iki durumda da tedaviye yanıt alınamıyorsa diş çekilip implant tedavisi uygulanabilir. İkinci olarak örnek vermiş olduğumuz diş aralarında oluşan apseler için ise bölge hijyenik bir şekilde temizlenir. İltihap boşaltılır. Sonrasında ise tekrar etmemesi için dişin kök yüzeyleri temizlenir. Bu işlem uygulanırken hasta ağrı hissetmemektedir. Diş Apsemin Tekrar Etmemesi İçin Neler Yapabilirim? Diş apselerinin tekrar etmemesi için sürekli olarak ağız bakımınızı yapmaya devam edin, aksatmayın, Ağzınıza gargara yapabilirsiniz, Yemek yerken olağan apseli kısmı kullanmamaya özen gösterin, Diş aralarındaki yemek kalıntıları için diş ipi kullanabilirsiniz, Diş muayenelerinizi aksatmayın.
  3. DOĞAYI KORUMAK İÇİN NE YAPMALI? Bilinçli bireyler olarak doğaya bir takım borçlarımız ve sorumluluklarımız bulunmaktadır. Bu sorumlulukların en başında, yaşadığımız çevreyi ve doğal ortamı korumak gelir. Doğayı korumanın yoluysa en başta kendi yaşadığımız çevreyi korumaktan geçer. Doğayı korumak için ne yapmalı diye soruyorsak, cevabı oldukça basit. Çevreyi Korumak Doğayı korumak için çok büyük sorumluluklar almamız gerektiğini düşünmek ve bu nedenle elimizi taşın altına koymamak oldukça yanlış bir yaklaşımdır. Büyük sorumlulukların altına girmemek isteği, yaşanılan doğal çevrenin daha kötü sonlara gitmesine neden olacaktır. Kaliteli bir hayatın olmazsa olmazı temiz bir çevre ve daha yaşanabilir ortamlar oluşturmamızdır. Tek başıma benim çevreyi korumam bir anlam ifade etmez topluluk olmamız lazım düşüncesinden çıkmamız gerekir. Çevreyi ve doğayı korumak için günümüz teknolojisinde ilk yapmamız gereken özellikle evlerimizde ve iş yerlerimizde doğa dostu ürünler kullanmaktır. Doğa dostu ürünler, oluşum aşamasından evimize yerleşene kadar doğal süreçlerden geçen ve tamamen doğal şekilde üretimi sağlanan ürünlerdir. Kayıpen gibi markalar doğayı korumak için çevre dostu üretim süreçlerine önem verir ve tamamen doğa dostu üretim sağlar. Kullandığı ahşap pencereler, doğada ömrü tükenmiş ağaçlardan elde edilir ve hiçbir şekilde doğa dengeyi bozmaz. Doğayı korumak için yapmamız gereken diğer önemli konuları ise şu şekilde sıralayabiliriz; -Yeryüzünde bulunan tüm sular, insan ve hayvan artıkları, çöp ve benzeri malzemeler ile kirletilmemelidir. -Zararlı hayvanların, böceklerin özellikle, karasinek ve sivrisinekle­rin üreyip çoğalmaları engellenmelidir. Bazı hayvanlar doğanın dengesini bozmaktadır ve bu hayvanların üremesinin önüne geçilmelidir. -Kanalizasyon borularındaki patlamalar hemen ilgililere bildirilmelidir. Belediye yetkilileri tarafından çözümü bulunmalı ve boruda ki pisliklerin yaşam alanlarına girişinin önüne geçilmelidir. -Yaşam alanlarımızda doğal ürünlerin kullanmasına özen göstermemiz gerekir. Araçlarımızın yakıtlarına önem vermemiz oldukça önemlidir. -Doğal çevrenin kirletilmesi yasalarımıza göre suçtur. Bu suçu işleyenlere para ve hapis cezaları verilir. Bu nedenle doğayı kirlettiğin düşündüğünüz kişileri gerekli kurumlara şikayet etmeniz gerekir.
  4. Kolon kanseri nedir? Sindirim sisteminin anüsle bağlanan son noktası olan kalın bağırsak, ortalama 1,5 ile 2 metre uzunlukta bir organdır. Kalın bağırsak, kolon ve rektumdan meydana gelmektedir. Peki, rektum neresidir? sorusuna cevap verecek olursak, kalın bağırsağın anüsten önceki son 12 santimetrelik dışkının depolandığı kısmına denir. Kolon ise rektum dışındaki diğer kalın bağırsak bölümüdür. İnce bağırsaktan büyük ölçüde sindirilmiş halde gelen besinler, kolon bölgesinde tekrar ayrıştırılmakta, su ve mineraller alındıktan sonra geriye kalan kısmı, anüs yoluyla atılması için rektumda depolanmaktadır. Kalın bağırsakta kolon bölümünde ortaya çıkan kansere, kolon kanseri denmektedir. Kolonda görülen kanser, erken evrede teşhis edilirse tamamen tedavi edilmesi mümkün olmaktadır. Ancak erken fark edilemediği durumlarda bu kanser türü; yakın lenf bezlerine, komşu olduğu mide, dalak gibi organlara ve kan vasıtasıyla da vücuttaki diğer bölgelere yayılmaktadır. Dalak nerededir? diye merak edenler için bu organın, karnın sol üst kadranında, diyaframın hemen altında ve midenin yanında bulunduğu söylenebilir. Kolon kanseri nedenleri ve risk faktörleri nelerdir? Yaş faktörü: Hastalığa yakalanma yaşı erkek ve kadınlarda 50 ve 60’lı yaşlardır. Bu yaştaki kişiler risk altındadır. Genetik faktörler: Aile bireylerinde kolon kanseri görülmüşse, genetik yatkınlıktan dolayı kolon kanserine yakalanma riski artmaktadır. Ailesinde kolon kanseri vakası olanların, bu hastalığa kaç yaşında yakalandıklarını öğrenip, bu yaşa ulaşmadan 10 yıl öncesinde düzenli olarak kolonoskopi yaptırması önemlidir. Kolon kanser hikâyesi, ailede bulunmuyorsa, 50 yaşından itibaren kolonoskopi yaptırılmalıdır. Polipler: Polip nedir? Kalın bağırsağın içini örten tabakanın normal olmayan şekilde büyüyerek bağırsak kanalına çıkıntı yapmasıdır. İyi huylu tümörlerden olan polipler, zamanla kansere dönüşebilmektedir. Bu nedenle poliplerin çıkartılması ve sonrasında da düzenli şekilde kontrollerin yaptırılması gerekmektedir. Genetik bozukluklar: HNPCC genindeki değişmeler, kolon kanserine yakalanma riskini artırmaktadır. İnflamatuar bağırsak hastalıkları: Crohn ve ülseratif kolit gibi bağırsak iltihapları şeklinde görülen hastalıklar, kolon kanserleri gelişme riskini artırmaktadır. Sağlıksız yaşam biçimi: Lif yönünden düşük olan besinleri tüketenlerde, sigara ve alkol gibi zararlı alışkanlığı olanlarda, şeker hastalığı, aşırı şişmanlık ve hareketsiz bir hayat tarzı olan kişilerde kolon kanseri görülme riski fazladır. Kolon kanseri belirtileri nelerdir? Bağırsak kanserlerinin belirtileri, sıklıkla dışkılama alışkanlıklarında değişiklik şekilde kendini gösterir. Geçmeyen ishal ya da kabızlık, dışkıda incelme, dışkıdan ve anüsten kan gelmesi, dışkıda yumurta akına benzer bir salgı olması kolon kanserinin belirtileri arasında bulunur. Kanser daha da ilerlediğinde karın bölgesinde, şişlik ve ağrı gibi şikâyetler gözlenir. Dışkılama yaparken ağrı duyma ve zorlanma, demir eksikliğine bağlı kansızlık, kilo kaybetme ve karın bölgesinde kitle oluşumu da kolon kanseri ile ilgili bulgulardır. Kolon kanseri tanısı nasıl konulur? Günümüzde kolon ve bağırsakta kanser ve diğer tümöral oluşumlar endoskopik yöntemler kullanılarak daha kolay bir şekilde teşhis edilebilmektedir. Kolonoskopi yöntemi kullanılarak tümör oluşumunun erken dönemde saptanması mümkündür. Ayrıca kolonoskopi sayesinde, kansere dönüşme riski olan polipler alınmakta ve kanser tehlikesi önlenmektedir. Kesin tanı için hastadan dışkı alınıp incelenir, kolon grafisi ve bilgisayarlı tomografi uygulanır. Endoskopi ile de parça alınıp, patolojik incelemeden geçirilmektedir. Kolon kanseri tedavi yöntemleri nelerdir? Kolon kanseri tedavisi için kansere dönüşme ihtimali olan polipler, kolonoskopi yöntemi ile alınır. Kanser ileri bir evreye gelmişse, cerrahi işlem zorunlu hale gelir. Tümörün olduğu kısım çıkartılır. Hastalığın komşu bölgelere yayıldığı durumlarda ise kemoterapi uygulanmaktadır. Kanser metastaz yapmışsa, tedaviye devam edilerek, hastanın yaşam süresi uzatılmaya çalışılır. Kolon kanserinden korunma yolları Lifli besinlerin bol miktarda tüketimi, kalsiyum ve D vitamini alınması, fazla kilolardan kurtulup, spor ve egzersiz yapılması önemlidir. Ayrıca 50 yaşından itibaren düzenli olarak tarama testlerinin yaptırılması, olası hastalık riskinin erken zamanda saptanarak, başarılı şekilde tedavi edilmesi için gereklidir.
  5. APANDİSİT NEDİR? Apandisit kalın bağırsakta yer alan ve genellikle 3 mm çapında ve 4-6 cm boyutunda olan bir bağırsak parçasıdır. Apandisit işlevi tam olarak bilinmez fakat bağışıklık sistemi için önemlidir. Bağışıklık sisteminin düzenlenmesi için önemlidir. Apandisit hastalığı, apandisit iltihaplanması olarak adlandırılmaktadır . Genel tanımıyla apandisit patlaması olarak nitelendirilmektedir. Apandisit iltihabının oluşma sebebi apandisitin iç kısmının tıkanması anlamına gelmektedir. Organın içerisindeki başınç yükselirse organın beslenmesi de bozulur. Bu yüzden de iltihaplanma oluşur. İltihaplanmanın oluşması ile birlikte apandisit belirtileri ortaya çıkmaya başlar ve genel tabloda vücut tepki verir. Apandisit iltihabının belirtileri genellikle herkeste farklı olarak gerçekleşmektedir. Karın Ağrısı: Karın ağrısı genellikle aniden oluşur ve yumruklanıyor hissi yaratır. Ağrı ani ve şiddetlidir. Sağ Kasık Ağrısı: Sağ kasık ağrısı apandisit iltihaplarında yoğun bir şekilde görülmektedir. Bulantı ve Kusma: Apandisit iltihaplarının sık görülen belirtileri arasında yer almaktadır. İştahsızlık: İştahta azalma görülme yemek yeme isteğinin olmaması durumudur. Sindirim Sorunları: Kişi sindirim sisteminde bağırsaklarda sorun yaşar ve genellikle tuvalete çıkmakta zorlanır. Kişinin gaz çıkarması da bu durumda oldukça zor olabilir. Ateş: Apandisit iltihabında vücutta yüksek ateş görülebilir. Ağızda kuruluk: Genellikle ağızda kuruluk meydana gelebilmektedir. APANDİSİT NEDEN OLUR? Apandisit oluşum sebebi iç kısmının tıkanması kaynaklıdır. Apandisitin iç kısmı tıkanır ve sonuç olarak apandisitte boğulma olur. Organın mevcut basıncı dışındaki basınç yükseldiğinde beslenmesi de bozulmaktadır. Bu durumda da apandisitte iltihaplanma oluşur. APANDİSİT TEŞHİSİ NASIL KONULUR? Apandisit teşhisi konulurken hekim hastanın genel olarak sürecini detaylı olarak dinler. Hastanın söylediği belirtiler, fiziksel olarak olan değişiklikler, yapılan kan tahlilleri ve ultrason ile apandisit teşhisi konulmaktadır. Fakat apandisit teşhisi gebelerde daha zor olmaktadır çünkü MR ya da tomografi yapılamamaktadır bu yüzden gebelerde ultrasonla bakılması gerekmektedir. Çocuklarda ise apandisit farklı bazı hastalılarla karışabilir bu yüzden teşhisin doğru konulması çocuğun sağlığı için önemlidir. Kişi doktora gelmeden önce kullandığı ağrı kesici ilaçlar varsa bu kan tahlillerinde yapılacak teşhisi zorlaştırmaktadır çünkü değerler kullanılan ilaçlardan dolayı farklı çıkabilmektedir. Çocuklarda apandisit teşhisi için tahlil tek başına yeterli olmayabilir bu yüzden doktorun detaylı muayenesi önemlidir. APANDİSİT TEDAVİSİ NASIL OLUR? Apandisit tedavisi genellikle cerrahi olarak yapılan bir tedavidir. Apandisit ameliyatında, apandisit vücuttan çıkarılır. Apandisit ameliyatının diğer adı apendektomidir. Apandisit ameliyat açık veya laparoskopik olarak yapılabilmektedir. Özel bir durum olmadığı sürece ameliyat kapalı olarak yani laparoskopik olarak yapılmaktadır. Kapalı yapılan apandisit ameliyatı sonrası hastalar daha çabuk ayağa kalkmakta ve günlük işlerini daha kolay yapabilmektedir. Apandisit vakaları genellikle hastanelere acil vakalar olarak gelmektedir. Bu durumda da bazı yerlerde ameliyatlar açık ameliyat olarak yapılabilmektedir. Fakat apandisit ameliyatının kapalı olarak yapılması genellikle daha uygun bir yöntemdir. Apandisit ameliyatla iyileşen bir rahatsızlıktır, nadir olarak ilaçla iyileşen vakalar vardır.
  6. MİGREN NEDİR? Eğer baş ağrınız ataklar halinde ortaya çıkıyorsa bu ağrıya migren ağrısı denilmektedir. Migren atakları kiminde yılda 1-2 defa, kiminde ise ay içerisinde defalarca görülebilmektedir. Migren ağrılarının çoğunun çok şiddetli seyrettiğini söylenebilir. Migren ağrılarını şiddetli baş ağrısı olmasının dışında diğer ağrılarından ayırt eden en önemli özellik ise ağrı ile birlikte ortaya çıkan bulantı, ses ve ışığa duyarlılıktır. Migren ağrısı olanlar baş ağrına eşlik eden bu rahatsızlıklar nedeniyle günlük işlerini tamamlamakta zorlanırlar. Yine de tam bir migren tanısı konulması için uzun bir süreç ve uzman doktor kontrolü çok önemlidir. MİGREN BELİRTİLERİ NELERDİR? Migrenin en büyük belirtisi şiddetli baş ağrısıdır. Migren baş ağrısı o kadar şiddetlidir ki; bir fonksiyonun yapılmasını etkileyebilir veya kişiyi yetersiz hale getirerek yatak istirahatini zorunlu kılar. Migren belirtilerinden biri de tek taraflı baş ağrısıdır. Zaman zaman taraf değiştirebilen bu tek taraflı baş ağrılarında genel de bir yarıma diğer yarımdan daha fazla eğilimi vardır. Migrende baş ağrısı sıklıkla şakaklarda ve bazen göz veya gözün arkasında yerleşir. Alın, başın arka tarafı ve kulağın hemen arkası migren baş ağrısının en çok görüldüğü yerlerdir. Baş ağrısının yanı sıra migren belirtileri olarak aşırı duyarlılık-tepkisellik, depresif duygu durumu, aşırı ve gereksiz neşelenme, durgunluk/donukluk, konsantrasyon ve dikkatte azalma, düşüncede yavaşlama, kelime bulma güçlüğü, konuşurken takılma, artmış ışık-ses-koku duyarlılığı, esneme, uyuma isteği, açlık, tatlı yeme isteği, iştah artışı veya iştahsızlık, aşırı su içme, karında şişlik hissi, kabızlık veya ishal hali de sıklıkla gözlenir. Migren ağrısı sırasında ışığa ve sese karşı artmış duyarlılık o kadar şiddetli olabilir ki; bunlara maruz kalmak ağrının şiddetini artırabilir. En bilinen bir başka migren belirtisi ise kokuya karşı artan duyarlılıktır. Bu nedenle parfüm gibi hoş kokulardan dolayı bile bulantının artması ve kusma görülebilir. Migren belirtilerinden bir diğeri de ‘’aura’’lardır. Şiddetli baş ağrısından hemen önce görülen bazı nörolojik belirtilere “Aura” denir. Görmeye ait veya duyusal olabilir. Migren aurası ağrının başlamasından önce veya ağrının ilk gelişme döneminde olur. Oldukça kısa sürelidir; 10 ile 30 dakika arasında genellikle 20 dakika sürer. Görsel aura: Hastalar titrek parıldayan ışıklar tarif ederler. Duyusal aura: Migrenin duyusal aurası el ve dilde veya ağız ve çenede uyuşma, karıncalanma şeklindedir. MİGREN NEDENLERİ NELERDİR? Migrenin nedenlerinin en başında genetik faktörler gelir. Ailede migren öyküsü varsa migren hastası olma olasılığı % 40’tır. Hem annesi hem babası migren hastası olan bir kişi ise %75 oranında migren şikayetleri yaşayabilmektedir. Migren ağrısının nedenlerinden biri de de hormonal değişimlerdir. Bu nedenle migren, en sık kadınlarda görülür. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere göre 3 kat fazla olan migren atakları özellikle adet dönemlerinde hormonal değişimden dolayı şiddetini artırabilir. Adet döneminde şiddetli baş ağrısının çoğalması da migrene bağlanabilmektedir. Bulantı kusma, ışığa ve sese hassasiyet olabilir. Genellikle tek taraflı, yoğun ve zonklayıcı tarzdadır. MİGREN TANISI NASIL KONULMAKTADIR? Migren tedavisinde ilk süreç, migren hastasının şikayetleri doktor tarafından değerlendirildikten sonra klinik olarak tanı konulmasıdır. Migren şikayeti yaşayan kişilerin geçmiş hikayesi incelenmeli, baş ve boyun bölge muayenesinin ardından nedene yönelik olarak kişiye özel bir tedavi planı çıkartılmaktadır. Muayene sırasında kas yapılarını incelemek gerekir. Boyun ve sırt bölgesindeki bir tetik nokta örneğin adale kasılması, kulunç girmesi de enseden başlayan, tek taraflı göz ve yüz ağrısına neden olabilir. Hastanın su tüketimi, nasıl beslendiği, uyku düzeni, stres derecesi, çevresel şartları, mide bağırsak sistemi sağlığı ile ilgili durumu belirlenmelidir. Çünkü fizyolojik bozukluklar da ağrının fazla algılanmasını sağladığı gibi ağrıyı tetikleyebilir. Günümüzde pek çok insan boyun ve sırt ağrısı yaşamaktadır ve bunlara ek olarak gelişen baş ağrıları da migren tanısıyla oldukça sık karıştırılmaktadır. Migren hastalığında beyin cerrahisi, nöroloji, psikiyatri, fizik tedavi bölümleri ile multidisipliner bir yaklaşım gereklidir. Yapılan çalışmalar göstermektedir ki; hastaların aslında yüzde 53’ü psikojenik faktörlere ya da hastalık sonrası gelişen psikoloji bozukluğuna bağlı olarak ağrılar çekmektedir. Bu sebepten her hastaya aynı metodu kullanmak doğru bir yaklaşım değildir. Migren çeşitleri doğru tedavi için çok önemlidir. Migrenin doğru değerlendirebilmesi için mutlaka uzman bir doktora danışılmalıdır. En sık görülen migren tipi “aurasız migren” dir. Migren ağrısına sahip olanların çoğunda aurasız migrene rastlanır. Migrenin diğer bir çeşidi olan auralı migrene sahip olanlarda da kimi zaman aurasız ataklar görülebilir. Beyne ait bazı hastalıklardan şüphelenildiği zaman bunları dışlamak üzere incelemeler yapılır. Tekrarlayıcı baş ağrısı olan hastalara beyin görüntülemesi (beyin tomografisi) yapılarak migreni taklit edebilecek hastalıklar araştırılmalıdır. Migren tedavisi nasıl yapılır? Hastalar doğru tanı ve uygun tedavi planlaması ile migren ataklarından kurtulabilirler. Migren tedavisinde migren tanısı konduktan sonra ağrılar seyrek ise; ağrı ataklarını geçirmeye yönelik kriz tedavisi planlanır. Haftada 1-2 kez veya daha fazla atak olduğunda koruyucu tedavi yapılmalıdır. Migren tedavisinde bazen sadece migreni tetikleyen faktörlerin (açlık, uykusuzluk, hormon kullanımı gibi) ortadan kaldırılmasıyla ağrı atakları kaybolabilir veya sıklığı, şiddeti azaltılabilir. Aynı şekilde uzman kontrolünde kullanılan ilaçlar da migren tedavisinde çok önemlidir. Günde sadece bir kez doktor kontrolünde alınan ilaçlarla yıllar boyu ağrısız bir yaşam sağlanabilmektedir. Etkili bir baş ağrısı tedavisi için ilaçlar ve günlük yaşam rutininin değiştirilmesi çok önemlidir. Eğer günlük yaşamınızı migrene göre planlamazsanız sadece migren ilaçlarını kullanmanız fayda sağlamayacaktır. Günlük yaşamınızda bu konulara mutlaka dikkat edin; Baş ağrısı takvimi veya baş ağrısı günlüğü tutmak Az ya da fazla uyumamak Düzenli egzersiz yapmak Stres ile başa çıkma yollarını öğrenmek Uygun bir kiloya erişmek Alkolden kaçınmak Migren ilaçları: Migren tedavisinde ilaç kullanmak ilk akla gelen koruyucu yöntemlerden biri olsa da mutlaka uzman bir doktorun tavsiyesi ile alınmalıdır. Doğru migren ilaçları migren ataklarını sonlandırabilir. Migren ağrınıza eşlikçi bir bulantınız da varsa bulantı ve migren ağrısını önleyen ilaçları bir arada kullanmak faydalı olabilir. Ancak eş, dost tavsiyesi ile migren ilacı kullanılmamalıdır. Arkadaşınıza iyi gelen bir migren ilacı size iyi gelemeyebilir. Migren ilacı kullanıyorsanız dikkat etmeniz gerekenlerin başında ilacı her zaman yanınızda bulundurmanız gerektiğidir. Atak belirtilerini anlar anlamaz migren ilacını kullanmanızda fayda var. Ne kadar erken alınırsa o kadar etkili olur. Aynı şekilde haftada 2- 3 gün migren ilacı kullanmak da bir süre sonra vücutta tolerans geliştireceği için migren ağrınızın nedeni haline gelmeye başlarlar. Bu da migren tedavisini daha da zorlaştırabilir. Eğer migren ilaçları işe yaramıyor ve ataklar çok sık ve şiddetli şekilde ilerliyorsa “koruyucu tedavi” denemelisiniz. Koruyucu tedavi sırasında alınan ilaçlar ağrı kesici ilaçlardan farklı olup, daha çok migren eşiğini yükseltmeye yöneliktir. Migrene karşı “Botoks” tedavisi: Migren tedavisindeki bir başka yaklaşım ise yüzdeki kırışıklıkları yok etme amacı ile kullanılan botoks. Botoks yaptıran migrenli hastaların baş ağrılarının azaldığının fark edilmesi migren tedavisinde botoks kullanımının yolunu açtı. Yapılan araştırmalar 3 aydan fazla bir süre boyunca, ayda 15 ya da daha fazla gün, migren karakterinde baş ağrısı olarak tanımlanan kronik migren tedavisinde botoks uygulamasının etkili olduğu gösterdi. Bu etkinin, botoksun, sinir sonlanma bölgelerinde bazı nörotransmitterlerin salınımını engellemesi yoluyla inflamatuvar ağrıyı önlemesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Migren tedavisinde botoks; alın, şakaklar, ense ve boyun bölgesine uygulanmaktadır. Kozmetik amaçla sadece yüz bölgesinde uygulanan botoks, migren tedavisinde bundan farklı olarak alın, şakaklar, ense ve boyun bölgelerinde belirli noktalara derialtına botulinum toksini enjeksiyon ile uygulanır. Çoğu durumda uygulamaların etkisi yaklaşık 3-4 ay süreceğinden tedavinin devamı için tekrarlanması gerekir. Migren için botoks tedavisi güvenilir olması için nöroloji uzmanı tarafından uygulanmalıdır. Nöralterapi: 1926 yılında migrenli bir hastanın tedavisi sırasında keşfedilen Nöralterapi tedavisi dünyada ve 2008 yılından itibaren Türkiye’de de uygulanan bir yöntemdir. Nöralterapi; kısa etkili lokal anesteziklerle yapılan bir iğne tedavisidir. Otonom sinir sisteminin yeniden düzenlenmesi esasına dayanmaktadır. Komplikasyonu yok denecek kadar azdır ve hamileler dahil tüm yaş gruplarına uygulanabilmektedir. Nöralterapi ve bütüncül yaklaşım migren tedavi başarı şansını yükseltmiştir. Nöralterapi, migrenin derecesine bağlı olarak tetik nokta enjeksiyonları, manuel terapi, ganglion blokajları, ilaç ve selasyon gibi kombine tedavilerle desteklenebilmektedir. MİGREN İLE İLGİLİ SIK SORULAN SORULAN Migreni Neler Tetikler? Migren tetikleyicileri kişiye göre farklılık gösterebilir. Aynı kişide bir atağı farklı bir neden tetiklerken bir başka migren atağını farklı bir neden tetikleyebilir. Bu nedenle tüm tetikleyicilere dikkat edilmesinde fayda vardır. Örneğin peynir ve çikolata gibi bazı yiyecekler migreni tetikleyebilir. Bunun yanı sıra öğün atlamak veya öğünü geciktirmek, yeterli su içmemek de migren ataklarına neden olabilir. Uyku düzeni de migren için önemlidir. Az ya da faza uyumak, yoğun egzersiz yapmak ve uzun süreli yolculuklar da migren ağrısına neden olabilir. Çevresel etkenler de migren ağrılarınızı tetikleyebilir. Çok parlak ve yanıp sönen ışıklar, keskin kokular ve iklim değişiklikleri migren ağrılarınızı etkiler. Bunların yanı sıra duygusal ve psikolojik faktörler ve kadınlardaki hormonal değişimler de migreni en çok tetikleyenler arasında sayılır. Kanıtlanmış migrene iyi gelen yiyecekler olmasa da migrene iyi gelmeyen yiyeceklere mutlaka dikkat etmek gerekir. Örneğin çikolata, kakao, bakla, kuru fasulye, mercimek ve soya ürünleri, çeşitli deniz ürünler, sakatatlar, alkollü içecekler, hazır et ve tavuk suyu tabletleri, konserveler, çağ kahve ve asitli içecekleri, incir, kuru üzüm, papaya, avokado, muz ve kırmızı erik, fıstık ezmesi gibi migreni tetikleyebilecek yiyecek ve içecekler konusunda dikkatli olunmalıdır. Migreni Olanlar Hangi Egzersizleri Yapmalı? Yapılan araştırmalar migrene iyi gelenler arasında hafif egzersizler yapmanın öneminin büyük olduğunu göstermektedir. Hafif egzersizler migren ataklarının sıklık ve şiddetini azaltabilir ve migrenin koruyucu tedavisinde faydalı olabilir. Migren ağrılarınız var ise sizi çok fazla yormayacak, düzenli bir aerobik egzersiz programı uygulayabilirsiniz. Bunun yanı sıra hayatınızda migren varsa jogging, yüzme, dans, bisiklet ve tempolu yürüyüş de tercih edebileceğiniz egzersiz seçeneklerindendir. Migren Depresyona Neden Olur Mu? Kronik migren ağrıları olan kişilerde depresyon ve anksiyete belirtilerine daha çok rastlanır. Kronik migrenin tanımı ise 3 ay süre ile iki günde bir veya daha sık baş ağrılarına sahip olmanızdır. Migren ağrılarınız kronik olmasa da eğer depresyon ve anksiyeteye sahipseniz bu durum migren ağrılarınızın artmasına neden olur. Migren tedavisinde depresyon ve anksiyetenin de tedavi edilmesi çok önemlidir. Hangi Besinler Migren Atağına Neden Olur? Migrene neden olan besinleri peynirler ve tiramin içeren besinler şeklinde özetlenebilir. Tiramin, besin bekletildikçe, proteinlerin yıkılması neticesinde ortaya çıkar. Yıllandırılan yüksek protein içerikli besinlerde tiramin miktarı da artar. Özellikle peynirler ve şaraplar, alkollü içecekler ve işlenmiş etlerin bol tiremin içermesi nedeniyle migrene neden olduğunu söyleyebiliriz. Hangi peynirler migreni daha çok etkiler sorusunun cevabı olarak ise yüksek tiramin içermeleri nedeniyle; rokfor ve benzeri küflü peynirler (stilton, gorgonzola), çedar, beyaz peynir, mozzarella, permesan, İsviçre peyniri sıralanabilir. Alkol: Kırmızı şarap, bira, viski ve şampanya migren dostudur. Migren ağrısını çabucak tetikleyebilir. Gıda koruyucuları: Gıda koruyucuları içlerinde bulunan nitratların damarları genişletmesi nedeniyle migreni tetiklerler. Soğuk gıdalar: Özellikle vücut ısısının yükseldiği egzersiz, yürüyüş esnasında ya da sıcak havalarda tüketilen soğuk havalar bazı kişilerde migren ağrısına neden olabilir. Özellikle alın ve şakaklarda hissedilen ağrı genellikle birkaç dakika sürer. Ayrıca çok soğukta kalmak da migreni tetikleyebilir. Bunların dışında migrene iyi gelmeyen gıdalar şöyle sıralanabilir: Kuruyemişler ve kabuklu yemişler Tütsülenmiş (smoked) veya kurutulmuş balık Fırınlanmış mayalı yiyecekler (kek, ev yapımı ekmek, sandviç ekmeği) Muz, narenciye ürünleri (portakal, mandalina, turunç vb), kivi, ananas, frambuaz, kırmızı erik Bazı kuru meyveler (hurma, incir, üzüm) Et bulyon ile yapılmış çorbalar (Gerçek et suyu için geçerli değildir) Aspartam ve diğer tatlandırıcılar Kafein Migrene İyi Gelir Mi? Kafein migrene iyi gelir. Migren ilacınıza kafein eklemeniz ilaçların baş ağrısına karşı nerdeyse %40 daha fazla etki etmesini sağlamaktadır. Migren ilacı kullanırken kafein içeren ilaçlar kullanıldığında hem daha düşük dozda ilaç kullanıldığı hem de ilacın daha etkili olduğu görülebilir Ancak kafein içeren ilaçların da diğer tüm baş ağrısı ilaçları gibi çok fazla kullanılması rebound baş ağrısına (geri tepme baş ağrısı) neden olur. Ayrıca kafein içeren ilaçlar faydalı olsa da kafein içeren gıdalar tavsiye edilmez. Kahve, çay, meşrubatlar veya çikolata kişiyi rebound baş ağrılarına daha duyarlı hale getirebilir. Migren ilaçlarının tümü doktor gözetiminde kullanılmalıdır.
  7. RAHİM AĞZI KANSERİ NEDİR? Rahim ağzı kanseri daha çok gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde en sık görülen jinekolojik kanserdir. Her yıl dünyada 500 bin yeni rahim ağzı kanseri tanısı konulmaktadır. Genellikle 50 yaş civarında ortaya çıkan rahim ağzı kanseri son yıllarda genç kadınlarda da görülmeye başlamıştır. Rahim ağzı kanserlerinin neredeyse tümünden sorumlu olan HPV (“Human Papilloma Virüsler” ) virüsü çok belirti göstermez ve oldukça bulaşıcıdır. Çoğu kadın, hayatının bir döneminde karşılaştığı HPV virüsünü kendi vücut savunma sisteminin yardımı ile yener. Bazı HPV virüsleri ise bu savunma sisteminden güçlü çıkar ve rahim ağzı kanserine neden olabilir. Hastalığa neden olan HPV virüsünden korunmak için önlemler almak ve düzenli sağlık kontrolleri ve taramaları yaptırmak, hastalık oluşmadan veya hastalığın erken döneminde saptanmasına ve tedavide başarıya yardımcı olmaktadır. HPV NEDİR, NASIL BULAŞIR? HPV cinsel yolla bulaşan bir virüs olup, rahim ağzı kanseri oluşmasına neden olabilir. Rahim ağzı kanseri tanısı konmuş kadınların %95’inden fazlasında görülen HPV (Human papilloma virus) genital bölgeyi enfekte eden ve temas yolu ile yayılan bir virüstür. Özellikle kadınlarda daha sık olmak üzere cinsel bölgede siğillere, rahim ağzı, dış genital bölge ve üreme yollarında kansere sebep olur. HPV virüsü oldukça sinsidir ve aylarca hiçbir belirti göstermeden yayılmaya devam edebilir. Virüsün belirtilerine, bulaşma olduktan birkaç ay veya yıl sonra rastlandığı durumlar “sessiz enfeksiyon” olarak adlandırılır. HPV virüsü kadın ve erkekte genital siğiller, kadınlarda rahim ağzı kanserinin yanı sıra, erkeklerde de penis kanserine neden olabilir. Ciddiye alınması gereken bir enfeksiyon olan HPV bazı kişilerin bağışıklık sistemi tarafından kontrol altına alınabilir. Bağışıklık sistemi tarafından etkisiz hale getirilemeyen bir virüsün de, yıllarca hiçbir belirti vermeden varlığını koruyabileceğini unutmamak gerekir. Hiçbir şikayet olmadan, kişi yıllarca enfeksiyonu taşıyabilir. Bu durum, hastalığın yayılmasına engel olmadığı gibi, virüs ilişki sırasında bulaşmaya devam edebilir. HPV virüsü tipleri rahim ağzı kanserine neden olma olasılığına göre risk gruplarına ayrılmıştır. Daha çok siğile yol açan tipler, rahim ağzı kanseri açısından düşük risk grubunda olan türdendir. Dolayısıyla her genital siğil rahim ağzı kanserine dönüşecek diye bir durum söz konusu değildir. GENİTAL SİĞİL TEDAVİSİ HPV virüsü enfeksiyonu sonucu oluşan siğiller; yakılarak, dondurularak, cerrahi ya da lokal kremler yardımıyla tedavi edilebilir. Bu tedavi sonucu genital siğilin kaybolması, bir daha ortaya çıkmayacağı anlamına gelmez. Bazı kişilerde tedavi sonrası genital siğil tekrarlamazken; bazılarında sık aralıklarda yeniden genital siğil oluşumu gözlenebilir. Her yeni genital siğil oluşumunda tedavinin tekrarlanması gerekir. HPV virüsü enfeksiyonlarında, tedavi olmaksızın, kişinin kendiliğinden virüsü vücudundan atabildiği bilinmektedir. RAHİM AĞZI KANSERİ BELİRTİLERİ Rahim ağzı kanserinin belirtileri erken dönemde kendini göstermeyebilir. Jinekolojik muayenede bile rahim ağzındaki sorun görülmeyebilir. Rahim ağzı kanseri tarama testleri olan yüksek riskli HPV taramasının pozitif çıkması ya da smear testi denilen vajinal sürüntüde anormallikler saptanması sonrası “kolposkop” denen rahim ağzını büyüterek gösteren aletlerle değişiklikler fark edilebilir, kesin tanı ise şüpheli bölgeden alınan biyopsi ile konulabilir. Rahim ağzı kanserinin belirtileri daha çok hastalığın ileri safhalarında ortaya çıkar. Kanlı akıntı, cinsel ilişki sonrası kanama ve düzensiz adet kanaması gibi belirtiler rahim ağzı kanserinin belirtileri arasındadır. İlerlemiş vakalarda muayene esnasında bile tümör fark edilebilir. Rahim ağzı kanseri ilerledikçe idrar problemleri, defekasyon dediğimiz büyük abdeste çıkma zorlukları ve bacak ağrıları görülebilir. Rahim ağzı kanseri belirtilerinden biri olan cinsel ilişkiden hemen sonra ya da ertesi gün beklenmedik şekilde oluşan kanamalara “postkoital kanama” denir. Postkoital kanama önemli bir bulgudur ve rahim ağzı kanserinin erken belirtisi olabilir. HPV’nin neden olduğu genital siğiller rahim ağzı kanseri belirtisi sayılmazlar. Çünkü HPV’nin bazı tipleri genital siğillere neden olurken bazı tipleri ise kadında rahim ağzındaki hücrelerde değişimlere neden olmaktadır. Ancak genital siğillerin fark edilmesi ile olası yüksek riskli HPV tiplerinin de olabilme ihtimali nedeniyle detaylı bir muayene ve HPV tiplendirmesi mutlaka yapılmalıdır. Kişide HPV enfeksiyonu olup olmadığını anlamak için servikal sürüntü alınır. Tetkik sonucuna göre HPV enfeksiyonunun olup olmadığı, varsa tipi saptanabilmektedir. Rahim ağzı kanseri özellikle ileri evrelere ilerlemişse belirtileri bu şekilde özetlenebilir; Vajinadan idrar ve dışkı kaçağı Sırt ağrısı Bacak ağrısı İştah kaybı Pelvik ağrı Şişmiş ayaklar Kilo kaybı Yorgunluk, halsizlik Kemik ağrısı ve kırıklar RAHİM AĞZI KANSERİ NEDENLERİ VE RİSK FAKTÖRLERİ Rahim ağzı kanseri nedenleri arasında çok sayıda doğum yapmak, erken yaşta cinsel ilişkiye girmek, çok sayıda partneri olmak ve sigara içmek sıralanabilir. Rahim ağzı kanseri hastalarının % 98’inde HPV enfeksiyonu görülmüştür. Genellikle cinsel ilişki ile bulaşan HPV’in yüzden fazla tipi vardır. Özellikle 16 ve 18 tipleri rahim ağzı kanserine neden olurken, tip 6 ve 11 ise genital organlarda siğillere neden olur. Pek çok kanser gibi rahim ağzı kanserinin de kesin nedeni bilinmemektedir. Sadece bazı faktörler rahim ağzı kanserinin oluşmasını kolaylaştırabilir ve hastalık sürecini hızlandırabilir. Genel olarak Rahim ağzı kanserinin risk faktörleri ise şöyledir; Çok eşli olmak Cinsel ilişkiye 20 yaşından önce başlanmak Sigara içmek Bağışıklık sisteminin zayıf olması. Genital organlarda viral ve bakteriyal enfeksiyonların sıkça görülmesi Çok sayıda doğum yapmak Sosyoekonomik düzeyin düşük olması C vitamini ve A vitamini eksikliği RAHİM AĞZI KANSERİ AŞISI Cinsel ilişki yoluyla bulaşan HPV rahim ağzı kanserine neden olabilir. HPV’den korunmak için 9 ile 26 yaş aralığındaki kız ve erkek çocuklarının ve erişkinlerin rahim ağzı kanser aşısı olması önerilir. ABD’de 3 aşı (9’lu, 4’lü ve 2’li aşılar) FDA onayı almış ve kullanılıyor olmasına rağmen 9’lu aşı hala ülkemize gelmiş değildir. 2’li aşıda rahim ağzı tümörüne en sık neden olan HPV tip 16 ve 18’in virüs benzeri partiküllerini içerir ve bu tiplere karşı bağışıklık sağlarken 4’lü aşı bu tiplere ek olarak siğillere neden olan HPV tip 6 ve 11’in virüs benzeri partiküllerini de içererek siğile karşı da korur. En son üretile aşı olan 9’lu aşılar ise 4’lü aşıdaki HPV tip 6,11,16,18’e ek olarak diğer yüksek riskli HPV tiplerinde 31, 33, 45, 52 ve 58’in virüs benzeri partiküllerini içerir ve rahim ağzı kanserine neden olan daha fazla HPV tipine karşı bağışıklık sağladığı için daha yüksek oranda koruma sağlar. Bu aşılar aynı zamanda çarpraz reaksiyonla diğer HPV tiplerine karşı da bir miktar bağışıklık sağlamaktadır. Dokuz ile 15 yaş aralığındaki çocuklarda 2 doz aşı yeterlidir. Birinci ve ikinci doz aşılar arasında 6-12 ay zaman aralığı olmalıdır. 15-26 yaş aralığında ise 0, 1 ve 6. Aylarda olmak üzere 3 doz aşı önerilmektedir. 26 yaşından sonra o yaşa kadar HPV ile karşılaşmış olma ihtimalinin yüksek olması nedeniyle aşılama önerilmemekle beraber hekim ile bu konu konuşularak uygun durumlarda yapılabilinir. HPV aşısı kas içine uygulanır. Omuzdan ya da kalçadan uygulanabilir. Rahim ağzı kanseri aşısını HPV ile hiç karşılaşmadan yaptırmak servikal kanser vakalarının çoğunu önleyebilir. Rahim ağzı kanserinin yanı sıra vajina ve vulva kanserlerinde de koruyucudur. 4 ve 9’lu tür aşılar kadın ve erkeklerde genital siğilleri, anal kanserleri önleyebilir. Bazı HPV türleri ağız ve boğazda gelişen kanserlerle de bağlantılı olduğu için bu kanserlere karşı da koruma sağlar. CDC (The Centers for Disease Control and Prevention ), 9 yaşlarından sonra kız ve erkek çocuklara rutin HPV aşısı önermektedir. Rahim ağzı kanseri aşısı için en ideal aşılama zamanı cinsel deneyim henüz başlamadan yani HPV virüsü ile temas olmadan önceki dönemdir. HPV bulaştığında aşı önerilen zamanda yaptırılması kadar etkili olmayabilir. RAHİM AĞZI KANSERİ TEŞHİSİ Rahim ağzı kanseri tanısı ileri evrede jinekolojik muayene, erken evrede ise tarama testleri olan yüksek riskli HPV DNA testinde pozitiflik saptanması veya smear testinde anormallik saptanması sonucu yapılan kolposkopik inceleme ve biyopsiler ile konulabilmektedir. Erken evrede yakalanıp tedavi edildiğinde başarı oranı %80-85 olan rahim ağzı kanserinde biyopsi de hastalığın tanısında ve doğru bir tedavi planı için çok önemlidir. Rahim ağzı kanserinde ilk adım kanser teşhisi ve kanserin hangi evrede olduğunu belirlemektir. Bu nedenle rahim ağzından biyopsi alınır ve kanser evrelemesi yapılır. Rahim ağzı kanseri evrelemesi, kanserin vücuttaki yayılımına göre tanımlanır. Evreleme radyolojik çalışma ve olası diğer tanısal testlere ek olarak pelvik ve rektal muayeneye dayanır. Smear ve biyopsi dışında rahim ağzı kanseri tanısında bu testler kullanılır; SMEAR TESTİ NEDİR? Smear testi son derce basit ve ağrısız bir kanser tarama yöntemidir. Kadınların smear testi yaptırmaları, rahim ağzı kanserinden korunmak için oldukça önemlidir. Smear testi iki şekilde yapılmaktadır. Klasik yöntemde; alınan akıntı bir cam üzerine sürülür ve özel bir sprey ile tespit edildikten sonra laboratuvara yollanır. İkinci şekilde ise; alınan materyal bir şişe içindeki özel sıvıya boşaltılır. Bu şekilde laboratuvara gönderilir ve orada belirli aşamalardan geçirilerek mikroskobik muayenesi yapılır. 21 yaş üzerindeki aktif cinsel yaşamı başlamış tüm kadınların smear testi yaptırmaları gerekir. Eğer aktif cinsel yaşam bu yaştan önce başlamışsa, başlanan yaştan itibaren ilk üç yıl içinde smear testi yapılması önerilir. Smear testi normal saptanan hastalarda başka bir risk faktörü yoksa 3 yılda bir test yapılması yeterlidir. Testler menopoz sırasında da aksatılmamalıdır. 65 yaşından sonra, hastanın o zamana kadar en az üç normal smear testi sonucu bulunuyorsa, doktorunun bilgisi ile smear testlerine son verilebilir. Ayrıca smear testinde şüpheli bir durum görülmüşse, test daha sık aralıklarla yapılabilir ya da ileri tetkik uygulanabilir. Kolposkopi: Dürbüne benzer özel bir aletle rahim ağzına bakılarak rahim ağzını döşeyen epitelin büyütülerek incelenmesidir. Rahim ağzı kanseri bir günde başlayan bir olay değildir. Hücrelerde başlayan bozulma zaman içinde ve giderek artar. İşte bu değişiklikleri kolposkop muayenesi ile görerek takip etmek mümkündür. Kolposkopi muayenesi smearle beraber değerlendirilirse hata oranı da çok belirgin şekilde düşer. Rahim ağzı kanseri teşhisi ve evrelemesinde bu testlere de başvurulmaktadır.; Rektovajinal muayene; bu testte makat ve vajinal bölge aynı anda muayene edilir. Muayenehane koşullarında yapılabilen basit bir pelvik muayenesidir. Kanserin rahim ağzının dışına yayılıp yayılmadığı anlaşılır. BT taraması; Bilgisayarlı tomografi olarak da adlandırılan BT taraması radyoopak bir maddenin damardan enjekte edilmesi ile başlar. Bu madde x ışınlarında iç organların daha iyi görüntülenmesini sağlar. MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme) taraması; Bu testte iç organların ve dokuların görüntülenmesinde manyetik radyo dalgaları ve bilgisayar kullanır. PET (Pozitron Emisyon Tomografi) taraması; Damar içerisine radyoaktif glukoz enjekte edilir ve PET’te glukozun yüksek oranda kullanıldığı vücut bölgeleri belirlenir. Kanser hücreleri normal hücrelerden daha aktiftir ve daha çok glukoz kullanır. Bu teste kanser hücreleri daha parlak görünür. Bunların yanı sıra kanserin meme ya da akciğerlere yayılımını belirlemek için akciğer filmi ve kan sayımı da istenebilir. RAHİM AĞZI KANSERİ EVRELERİ Rahim ağzı kanserine giden süreç CIN 1, CIN 2, CIN 3 sonrasında rahim ağzı kanseri şeklinde ilerler. İlk aşamada % 70-90, ikinci aşamada %40-45 ve üçüncü aşamada % 30-35 oranında hastalıkta kendiliğinden gerileme görülebilir. Hiçbir tedavi almayan hastalarda hastalığın ileri evre kansere dönüşmesi yıllar içinde olur. Erken evrelerde rahmin alınmasına gerek olmayıp LEEP, konizasyon adı verilen basit cerrahi işlemlerle rahim ağzı kısmen çıkarılarak tam iyileşme sağlanabilir. Bu hastalar tedavi sonrası hamile kalıp bebek sahibi olabilir. Rahim ağzı kanseri evreleri şöyle sıralanabilir; Evre 0: Anormal hücreler rahim ağzının en iç tabakasındadır. Karsinoma insutu olarak da adlandırılmaktadır. Evre I: Kanser hücreleri sadece rahim ağzında bulunur. Tümör boyutu 3 mm ile 4 cm arasında değişebilir. Evre II A: Kanser rahim ağzı dışına vajenin üst üçte iki bölümüne yayılmıştır ancak rahim çevresindeki dokulara yayılmamıştır. Evre II B: Kanser rahim ağzı dışına vajenin üst üçte iki bölümüne ve rahim çevresindeki dokulara yayılmıştır. Evre III A: Kanser vajenin alt bölümüne yayılmış ancak pelvik duvara yayılmamıştır. Evre IIIB: Kanser pelvik duvara yayılmış veya böbreklerin mesaneye bağlandığı tüpler olan üreterleri tutarak idrar geçişini engellemiş ve böbreklerde genişlemeye neden olmuştur. Evre IV :Kanser rahim ağzı dışında mesane, rektum veya vücudun başka yerlerine yayılmıştır. ADENOKARSİNOM NEDİR? Rahim ağzı kanserinin farklı tipleri vardır. Adenokarsinom ve yassı epitel hücreli karsinom gibi invaziv kanserler gibi pek çok rahim ağzı kanser çeşidi ile karşılaşılabilir. Rahim ağzı kanserleri arasında saptanması daha zor, daha nadir görülen adenokarsinom göreceli agresif bir kanser tipidir. Adenokarsinomlar rahim ağzının dış yüzeyinde oluşmak yerine, genellikle rahim ağzının iç kanalında oluşmaktadır. Smear testleri dış yüzeydeki hücre örneklerini kullanmaktadır. Bu nedenle adenokarsinom tanısı konulduğunda genellikle kanser ileri evreye geçmiş olur. HPV’nin kansere neden olan 16, 18, 45 ve 31 gibi tipleriyle daha fazla adenokarsinom oluşmaktadır. RAHİM AĞZI KANSERİ TEDAVİSİ HPV virüsü enfeksiyonu sonucu oluşan genital siğiller yakılarak, dondurularak, cerrahi ya da lokal kremler yardımıyla tedavi edilebilir. Bu tedavi sonucu siğilin kaybolması, bir daha ortaya çıkmayacağı anlamına gelmez. Bazı kişilerde tedavi sonrası siğil tekrarlamazken; bazılarında sık aralıklarda yeniden siğil oluşumu gözlenebilir. Her yeni siğil oluşumunda tedavinin tekrarlanması gerekir. Genital siğillerin tekrarlama riski bağışıklık sisteminin ne kadar güçlü olup olmadığı ile bağlantılıdır. HPV virüsü enfeksiyonlarında, tedavi olmaksızın, kişinin kendiliğinden virüsü vücudundan atabildiği bilinmektedir. Rahim ağzı kanseri tedavisinde cerrahi müdahale, radyoterapi ve kemoterapi yöntemleri tek başına ya da birbirleri ile kombine edilerek kullanılmaktadır. Kanser öncesi lezyon (CIN 2-3) dokunun derinliğine geçmediyse rahim ağzında tuttuğu bölge kolposkopi ile belirlenebilir. Bölgenin cerrahi yöntemle alınması ile kanserleşebilecek alan ortadan kaldırılarak, hastada yüksek oranda iyileşme sağlanır. Basit bir cerrahi işlemle hasta aynı gün taburcu edilebilir. Eğer kanser invaziv hale gelmişse yani doku derinlerine kadar inmişse iki tedavi seçeneği vardır. Bu durumda geniş kapsamlı ve uzun zaman alacak zor bir ameliyat olan “radikal histerektomi” yapılır. Aynı zamanda kanser hücreleri pelvik bölgedeki lenf bezlerini tuttuğu için onlar da çıkarılır. Alternatifi ise kemo-radyoterapi; kemoterapi ilacıyla o bölgedeki kanser hücreleri ışına karşı duyarlılaştırılır, akabinde hastaya radyoterapi uygulanır ve takibe devam edilir. Eğer geç evredeyse kemoterapi verilmektedir ancak bu hastalarda iyileşme oranı oldukça düşmektedir. RAHİM AĞZI KANSERİ BULAŞICI MIDIR? Rahim ağzı kanserine neden olan en büyük faktör HPV’dir. Hastaların %99.7’sinde bu virüs saptanmıştır. Rahim ağzı kanseri bulaşıcı olmasa da HPV cinsel yolla bulaşan en yaygın virüstür. Genital bölgesinde siğil olan kişiler ile cinsel temas sonrası %60 gibi yüksek oranda bulaşıcılık söz konusudur. HPV çok büyük oranda cinsel yolla; çok düşük oranlarda ise el ile temas, tuvalet ve kişisel hijyen malzemeleri ile bulaşabilmektedir. Birden fazla partner, HPV bulaşıcılığı acısından yüksek risk taşımaktadır. RAHİM AĞZI KANSERİ TEDAVİSİ SONRASI Kanserin evresi ve tedavi şekline bağlı olarak rahim ağzı kanseri tedaviden sonra kaybolmayabilir veya tekrar ortaya çıkabilir. Vücudun başka bir yerinde yeni bir kanser de ortaya çıkabilir. Bu nedenle tedavi bittikten sonra bile rutin kontroller ve smear testleri önemlidir. Doktorunuz tedaviden sonra ilk birkaç yılda daha sık smear testi yaptırmanızı isteyebilir. Bu, tüm kanser hücrelerinin yok olduğundan emin olmak için yapılır. Başka testler ve işlemlere de gerek olabilir. Doktorunuz tedavi bittikten sonra bile ihtiyacınız olan kontrolleri planlamak için sizinle birlikte çalışacaktır.
  8. Bilirubin olarak nitelendirilen ve cilde sarı rengi veren maddenin, bebeğin kanında yükselmesi ve deride birikmesi ile oluşan duruma sarılık denir. Bebeğin hayatının ilk 28 günlük döneminde sıklıkla görülen yenidoğan sarılığı, genellikle kalıcı değildir. Bebeğin karaciğerinin nispeten yetersiz gelmesiyle birlikte atılamayan bilirubinin fazlası, kan ve dokularda birikir ve ciltte sarı bir tabaka oluşturur. Genel olarak fizyolojiktir ve 1-2 hafta içinde kendiliğinden geçer. YENİDOĞAN SARILIĞI NEDEN ORTAYA ÇIKAR? Bilurubinin vücutta salınımı ve atılımını engelleyen doğumsal hastalıklar, Bebeğin anne karnındayken geçirdiği hastalıklar, Yenidoğan bebeklerdeki alyuvarların normalde olduğundan çok daha hızlı parçalanması, Kalıtsal kan ve karaciğer hastalıkları, Hepatit, Annenin diyabet hastası olması. Fizyolojik sarılıklar Enfeksiyonlar YENİDOĞAN SARILIĞI HER BEBEKTE GÖRÜLÜR MÜ? Bu konu hakkında ortaya konulan istatistikler gösteriyor ki, normal doğan bebeklerin %65’inde erken doğan bebeklerin ise %85’inde sarılık görülüyor. Ancak bazı bebeklerde etkisi çok az olurken, bazı bebeklerde daha ağır hissedilebiliyor. Özellikle de erken doğan bebeklerde sarılık çok daha belirgindir. Genel olarak fizyolojik ve patolojik olarak 2 gruba ayrılan sarılık, patolojik olduğunda tehlikeli olabilir.
  9. Sağlıklı sorunsuz evliliği olan her çift bu mutluluklarını çocuk sahibi olarak perçinlemek ve ailelerini genişletmek isterler. Bu normal bir süreçtir. Ancak hamile kalmak çoğu zaman biraz zaman alır. Yaşam her zaman bilgisayar oyunu gibi değildir. Bilgisayar oyununda gerekli koşulları yerine getiren herkese bilgisayar her zaman hak edilen ödülü verir. Ancak gerçek yaşamda bu her zaman böyle değildir. Herkesin her çiftin hak ettiği ödülü kazanması eş zamanlı değildir. Bu nedenle bedensel hiçbir sorunu olmasa da düzenli cinsel birliktelik olsa da çiftler ilk denemede hemen hamile kalamayabilir. Bilimsel çalışmalar 35 yaş altında yeterli yumurta sayısı olan ailesinde erken menopoz olmayan düzenli adet gören kadınlarda 1 yıla kadar hamile kalmamayı normal olarak görmektedir. Bu koşullara sahip kadınlarda infertilite tanısı koymak ve gerekli testlere başlamak için bir yıl beklemek süreci kendi haline bırakmak bilimsel bir gerçektir. 35 yaş üzeri, ailede erken menopoz ve adet düzensizliği varlığında ise bu süre 6 aydır. Bu kadınlarda 6 ay içinde gebelik oluşmamış ise gerekli test ve incelemelere başlanmalıdır. Tüm bunlara rağmen birçok kadın hamile kalmayı düşündükleri zaman internet başta olmak üzere değişik kaynaklardan “Hamile kalma yöntemleri, yolları nelerdir?” , “Hamile kalmak için basit / ilkel yöntemler nelerdir?” , “Hamile kalmak için en kolay yöntem nedir?” , “En çabuk hamile kalma yöntemleri nelerdir?” , “Hamile kalmak için denenmiş yöntemler nelerdir?”, “Hamile kalmak için alternatif yöntemler nelerdir?”, “Doğru hamile kalma yöntemleri nelerdir?” , “En etkili hamile kalma yöntemleri nelerdir?” , “Eskilerin hamile kalma yöntemleri nelerdir? , “En kolay gebe kalma yöntemleri nelerdir?”, “Hamile kalmak için ilginç yöntemler nelerdir?” , “İlişkiden sonra hamile kalma yöntemleri nelerdir?” gibi birçok soruya cevap aramaya başlamaktadır. Hamilelik öncesi yapılması gerekenler nelerdir? Hamilelik öncesi kadın doğum uzmanına başvurmak sağlıklı ve sorunsuz bir gebelik süreci için önemlidir. Kadın doğum uzmanı gebelik öncesi muayene ve ultrason yaparak kadın vücudunun gebeliğe hazır olup olmadığını değerlendirecek ve gerekli kan ve idrar testlerini isteyecektir. Bu sonuçlara göre vitamin desteği önerebilir. Bunun dışında tüm anne adaylarına günlük 400 mikrogram folik asit vitamin desteği önerilir. Folik asit bir B vitamini çeşidi olup doğal olarak sebzeler, meyveler, baklagiller, ceviz, yumurta gibi besinlerde bol miktarda bulunur. Bu nedenle Ege – Akdeniz usulü beslenmek yeterli folik asit desteği sağlar. Folik asitin fazlası idrar yolu ile vücuttan atılır. Vücutta birikme yapmaz bebeğe zararlı değildir. Bu nedenlerle gebelik öncesi folik asit tedavisi almamak sağlıklı beslenen bir anne adayı için sorun olmayacağı gibi folik asit alınması da anne ve bebek için herhangi bir soruna neden olmayacaktır. Hamile kalmayı kolaylaştırmak için neler yapılmalıdır? Hamile kalma sürecini kolaylaştırmak için anne adayının adet tarihlerini not etmesi, adet düzenini gözlemlemesi sağlıklı olur. 21 günden sık 45 günden fazla süren adet düzensizlikleri varsa bu durum kadın doğum uzmanı ile paylaşılmalıdır. Bu durumda hormon testleri yapılması gerekebilir. Diğer yandan kolay gebe kalmak ve sorunsuz sağlıklı bir gebelik yasamak için gebelik öncesi fazla kilolardan kurtulmak, ideal kiloya ulaşmak, düzenli spor yapmayı, sağlıklı beslenmeyi ve yeterli uykuyu alışkanlık haline getirmek önemli bir husustur. Sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıklardan kurtulmak için gebelik öncesi dönem ideal bir zamandır. Maalesef birçok anne adayı bunun için hamile kalmayı beklemektedir. Hamile kalmayı kolaylaştıracak pozisyonlar var mıdır? Cinsel yaşam her zaman tüm doğallığı ile yaşanmalıdır. Yapılan değerlendirmelerde herhangi bir cinsel pozisyonun hamile kalmayı kolaylaştırdığı saptanamamıştır. Ancak hangi cinsel pozisyon olursa olsun birliktelik sonrası 15-30 dakika kadar yatar pozisyonda istirahat etmek sperm hücrelerinin daha fazla geçişine katkı sağlayabilir. Hamile kalma yöntemleri yastık kullanımı etkili midir? Yumurtalama zamanı birliktelik sonrası yarım saat kadar sırtüstü yatar pozisyonda istirahat etmek daha fazla sperm hücresinin rahim kanalına ilerlemesine katkı sağlayabilir. Bu esnada hamile kalmayı kolaylaştırmak için kalça bölgesinin altına yastık konulmasının ekstra bir katkısı olmayacaktır. Hamile kalma yöntemlerinde bitkisel yöntemler var mıdır? Hamile kalmayı kolaylaştırmak için tüketilmesi gereken özel bir bitkisel yöntem yoktur. Diğer yandan yapılan bilimsel çalışmalar haftada en azından 2 kez balık tüketmenin ya da balık yağı kullanımının hamile kalma sürecini kolaylaştırdığını ortaya koymaktadır. Fastfood tarzı beslenmenin ise hamile kaymayı zorlaştırdığını göstermektedir. Bu nedenle hazır kimyasal içerikli işlenmiş gıdalar yerine mümkün olduğunca doğal ve az işlenmiş gıdalarla beslenmeli Ege – Akdeniz tipi beslenme alışkanlığı edinilmelidir. Hamilelik öncesi beslenme nasıl olmalıdır? Hamilelik öncesinde proteinden zengin gıdalar bolca tüketilmelidir. Et, süt, yumurta, balık tavuk bol miktarda protein içerirler. Günde en az 2 lt. su tüketilmelidir. Süt sevilmiyorsa yoğurt ve ayran daha sağlıklı seçeneklerdir. Kefir günde bir çay bardağı kadar tüketilebilir. Her sabah bir ya da iki yumurta, yumurta tüketilmeyen günlerde üç adet ceviz güne başlarken iyi bir başlangıç olabilir. Haftada en az 2 kez balık tüketilmelidir. Balık seçiminde deniz balıkları tercih edilmeli alabalık gibi göl / tatlı su balıkları tercih edilmemelidir. Doğal balık mevsimi değilse haftalık 160 gr ton balığı ya da somon da tüketilebilir. Günde bir kez içilen doğal maden suları gerekli mineral desteğini sağlar. Bu ürünler satın alınırken sodyum içeriği düşük olanlar tercih edilmelidir. Kırmızı et, tavuk eti ve yumurta sarısı bol miktarda demir içerir. Demir anemi kansızlık olmasını önler. Gebeliğin sağlıklı geçmesini sağlar. Bu besinlerdeki demirin emilmesini portakal mandalina gibi C vitamininden zengin meyveler kolaylaştırır. Bu nedenle et tavuk yumurta tüketilirken yanında bir bardak portakal suyu ya da portakal ya da mandalina tüketilmesi kan değerlerinin yükselmesinde büyük önem taşır. Diğer yandan gebelik öncesi içerisinde kimyasal madde içeren işlenmiş sosis, salam, bulyon, kolalı içecekler ve hazır çorba gibi ürünler tüketilmemelidir. Tatlı yağlı hamur işi pasta kek, kurabiye yüksek karbonhidrat içeriği nedeniyle kilo artışına sebep olacak bu da hamile kalmayı zorlaştıracaktır. Midye, karides gibi deniz ürünleri ağır metal içerdiği için sakatat gibi besinlerde içerikleri nedeniyle beslenme listesinden çıkarılmalıdır. Sebze ve meyvelerin iyi yıkanması ve temizliğine güvenilmeyen yerlerde salata tüketilmemesi toksoplazma enfeksiyonundan korunmak için önemli bir husustur. Suşi, pastırma, etli çiğ köfte gibi çiğ et içeren besinlerde tüketilmemelidir. Aşırı kahve, çay ve karışık bitki çaylarının, nane ve adaçayı içeren çayların tüketilmemesi daha sağlıklıdır. Hamilelik öncesi folik asit tedavisi gerekli midir? Hamilelik öncesi folik asit tedavisi hamile kalmayı kolaylaştırmaz. Folik asit tedavisinin amacı bebeğin sağlıklı olması nöral tüp defektleri denilen omurgada açıklık olmasının önlenmesidir. Bu nedenle günlük 400 mikrogram folik asit içeren haplardan günde bir kez tok karna alınması faydalıdır. Ancak alınmadığı zamanda endişe duymaya gerek yoktur. Çünkü sağlıklı beslenen, yeterince meyve sebze tüketen bir kadında folik asit eksikliği gözükmez. Eşim boşaldıktan sonra kaç dakika beklenmelidir? Cinsel birliktelik sonrası 20-30 dakika kadar sır üstü yatar pozisyonda istirahat edilmesi sperm hücrelerinin rahim kanalına ve tüplere ilerlemesi için yeterlidir. Adetten kaç gün sonra hamile kalınır? Adetten kaç gün sonra hamile kalınacağı adet süresine göre değişkenlik gösterir. Aslında bir sonraki adetten 14 gün önce hamile kalınır. Ancak bir sonraki adetin ne zaman olacağını çoğu zaman tam olarak bilinmemektedir. Tamamen düzenli adet gören anne adaylarında bunu hesaplamak kolaydır.nÖrneğin 30 günde bir düzenli adet gören bir kadın adetinin başlamasından 16 gün sonra hamile kalırken (30-14_ 16. Gün), 26 günde bir adet gören kadın adetten 12 gün sonra hamile kalır ( 26-14 = 12. Gün). Bu nedenle adetten sonra hamile kalma günü kadından kadına aydan aya farklılık gösterebilir. Evliliğin ilk aylarında hamile kalınır mı? Düzenli adet gören herhangi bir kadın, hastalığı olmayan sperm sayısı yeterli olan çiftler düzenli cinsel yaşam olması halinde evliliğin ilk aylarında hamile kalabilir. Ancak her şey normal olsa da bu süre bir yıla kadar uzayabilir. Bu normal bir süreçtir. Tek seferde nasıl hamile kalınır? Tek seferde hamile kalma olasılığı %3-5 kadardır. Bu nedenle ilk ve tek sefer denemede hamile kalınmamasına şaşırılmamalıdır. Önemli olan yumurta çatlamasının olduğu günler başta olmak üzere düzenli cinsel birlikteliktir. Sperm hücreleri rahim içinde 48 saat kadar canlı kalabilir. Bu nedenle yumurta çatlaması beklenen günlerde saat hesabı yapmadan iki günde bir cinsel yaşam olması hamile kalma şansını belirgin olarak arttırır. Hamile kalmanın önündeki tıbbi sorunlar nelerdir? Anne adayındaki sistemik rahatsızlıklar ve bazı kronik hastalıklar hamile kalmaya engel olabilir ya da hamilelikte tıbbi sorunlara neden olabilir. Özellikle annedeki; ciddi akciğer hastalıkları, kalp rahatsızlıkları ve kontrol edilemeyen yüksek tansiyon riskli durumlardır. Diyabet (şeker hastalığı), epilepsi ( sara hastalığı ), FMF ( ailesel akdeniz ateşi) gibi sağlık sorunları hamilelik öncesi ve hamilelik sırasında ilaç tedavileri ile günümüzde çoğu zaman sorunsuz bir hamilelik sürecine imkan sağlamaktadır. Hamile kalma takvim yöntemi nedir? “Hamile kalma takvim yöntemi nedir? , “Hamile kalma takvim yöntemi hesaplama nasıl yapılır?” gibi sorular merak edilen konuların başında gelmektedir. Hamile kalmak için takvim yöntemini kullanmak için adetlerin her zaman son derece düzenli olması gerekir. Adet süreleri farklı veya değişken olan kadınların takvim yöntemi ile hamile kalmaya çalışmaları çoğu zaman olumlu bir sonuç vermez. Düzenli adet gören anne adayları 30 günde bir adet görüyor ise adetin başlangıcından itibaren 14. ve 16. günlerde birliktelik olması takvim yöntemi ile hamile kalma için yüksek olasılıklı günlerdir. Vajinismus hamile kalmayı engeller mi? Vajinismus olgularının tamamına yakınında anne adayının kafasında büyüttüğü korkular endişeler ve bunlara bağlı stres söz konusudur. Bu psikojik sorunlar normal cinsel birlikteliği imkansız hale getirir. Bu nedenle Vajinismus tedavi edilmezse hamile kalmayı engeller. Ancak Vajinismus konusunda bilgili kadın doğum uzmanları ve psikologlar yardımı ile çoğu zaman Vajinismus tedavi edilebilir. Böylelikle Vajinismus sorunu ortadan kalkarak hamilelik mümkün olabilir. Polikistik over hamile kalmayı engeller mi? Polikistik over sendromunda adet düzensizlikleri, adet gecikmeleri, adet görememe sorunları ön plandadır. Tüm bunların nedeni normal yumurta gelişimi ve büyümesinin olmamasıdır. Yumurta hücresi olgunlaşıp tüplere atılmaz ise düzenli cinsel yaşam olsa da sperm ile yumurta hücresi birleşemeyeceği için hamile kalmakta polikistik over sendromlu hastalarda oldukça zor olabilir. Polikistik over sendromlu hastaların hamile kalmasında diyet, egzersiz ve normal kiloda olmak önemli bir husustur. Tüm bunlara rağmen polikistik over sendromlu hasta hamile kalamıyorsa basit bir hap tedavisi ile yumurta gelişimi uyarılarak doğal yollarla hamilelik oluşabilir. Hamile kalmak için PRP yöntemi nedir? PRP son yıllarda tıbbın değişik alanlarında kullanılmaya başlanmıştır. PRP de hastanın kanı alınır beyaz ve kırmızı kısımları ayrıştırılır. Beyaz kısmı dokuya enjekte edilir. PRP en çok dermatoloji ve estetik alanında kullanılmaktadır. Son yıllarda yumurta sayısı azalmış ya da rahim zarı kalınlaşmadığı durumlarda PRP yöntemi ile denemeler yapılmaktadır. Ancak hali hazırda bu tedavi yönteminin faydasının olup olmadığı olası riskleri netlik kazanmış değildir. Bu nedenle PRP yönteminin uygulanmadan önce tedavinin riskleri detaylı olarak gözden geçirilmelidir. Psikolojik Nedenler Hamile Kalmayı Engeller mi? Nedeni bilinmeyen infertilite hastalarında psikolojik etkenlerin ön planda olduğuna dair çalışmalar vardır. Bu araştırmalar günümüzde hala devam etmektedir. Kadının bilinçaltında anne olmaya hazır olmaması, bebeğine yetememe endişesi, gebeliğin ve anneliğin getireceği sorumluluklardan korkma, evlilikte ve aile içinde yaşanan sorunlar nedeni saptanamayan infertilite hastalarında karşımıza çıkan psikolojik nedenlerin başında gelmektedir. Diğer yandan kadının gebe kalmak için son derece sabırsız ve aceleci olması, gebe kalamayacağı endişesi ve önceki gebeliklerde yaşanan olumsuz durumlar (düşükler gebelik kayıpları) hamile kalmayı daha da zorlaştırmaktadır. İnsan vücudu sadece et ve kemikten oluşmamaktadır. Yaşanan olumsuz deneyimler, taşınan endişe, korku ve stres beden sağlığını direkt olarak etkileyebilir. Örneğin bir insan stres yüzünden kalp krizi mide kanaması geçirebilir. Aynı şekilde stres hamile kalma sürecini de olumsuz etkileyerek infertilite de bir etken olabilir. Kadınların hamile kalmak ve bir an önce anne olmak isteği kimi zaman saplantı haline dönüşmektedir. Böyle durumlarda cinsel ve özel yaşamı yumurtlama gününe ve saatine göre planlayan , yumurtlama testlerine ve aplikasyonlarına göre hareket eden mutsuz evlilikler ortaya çıkmaktadır. Günümüzde yiyeceklerden içeceklere solunan havaya kadar herşey doğallığını yitirmektedir. İnsanlarla ilişkiler diyologlar sms ve internet üzerinden selamlaşmalara sohbetlere yazışmalara indirgenmiştir. Geriye kalan nadir özel şeylerden birisi olması gereken cinsel yaşamda testlere aplikasyonlara göre planlandığı zaman mutsuzluk kaçınılmaz olmaktadır. Mutsuzluk ve stres gebe kalmayı gebelik sürecini ciddi anlamda etkilediği unutulmamalı uzman doktor önermediği sürece cinsel yaşam doğal halinde stressiz yaşanmalıdır. Tüp Bebek gibi Yardımcı Üreme Yöntemlerine Neden Bir Sene Sonra Başlanmaktadır? Önemli bir hususta infertilite araştırma testlerine başlamak için neden belli bir süre beklenmesi gerektiğinin önerildiğidir. Bunun en önemli sebebi infertilite araştırma testleri zahmetli biraz da maliyetli testlerdir. Bunun da ötesinde bu testlerde kimi zaman önemsiz küçük sorunlar saptanabilir. Bunlar bilimsel olarak önemli olmasa da çiftler bunu büyük bir sorun olarak görebilmekte ve bu durum streslerini arttırabilmektedir. Örneğin sperm testinde sperm sayısında hafif bir azalma saptanması hamile kalmayı olumsuz etkilememektedir. Ancak sperm sayısında azalma olduğunu öğrenen bir erkek cinsel birliktelikten tamamen geri durabilmektedir. Bunun gibi yumurtlama testleri ve aplikasyonlarına göre cinsel yaşamın planlanması da erkekler için ciddi bir stres ve mutsuzluk kaynağıdır.
  10. BÖBREK TAŞI NEDİR? Omurganın her iki tarafında fasulyeye benzer şekli olan böbrekler atık ürünleri kandan uzaklaştırmakla görevlidir. Temizlenen kan daha sonra vücuda geri aktarılırken atık ürünler idrar yoluyla vücuttan atılır. Kanın temizlenmesi esnasında mineral ve tuzlardan oluşan sert tortular böbrek taşlarını oluşturmaktadır. Renal lithiasis veya nefrolitiyazis denilen böbrek taşları tek böbrekte oluşabileceği gibi her iki böbrekte de görülebilmektedir. BÖBREK TAŞI BELİRTİLERİ NELERDİR? Böbrek taşları genellikle üreter yani idrar yoluna girdikleri dönemde belirti vermektedir. Böbrek taşları düşürülürken üreterde yaptıkları tıkanıklık sebebiyle şiddetli ağrı oluşturur. Ancak bazı küçük böbrek taşları hiçbir belirtiye neden olmadan idrar yoluyla atılabilmektedir. Böbrek taşı belirtisinin başında şiddetli ağrı gelmektedir. Ağrı böbrek bölgesinde, sırtta, kaburgaların altında, alt karın bölgesinde ve kasıklarda görülebilmektedir. İdrar yaparken ağrı ve sık idrar hissi yaşanabilir. Ağrı dalgalar halinde ve yoğunluğu değişen şekilde hissedilebilir. İdrar renginde ve kokusunda değişiklikler olabilir. Mide bulantısı ve kusma olabilir. Sürekli idrara çıkma hissi olabilir veya normalden daha fazla idrara çıkılabilir. İdrara çıkma sayısında artış olmasına rağmen idrar miktarında azalma görülebilir. İdrar sırasında yanma hissi . Böbrek taşı enfeksiyona neden olduysa idrar rengi bulanıklaşır ve koyulaşır. Ateş ve üşüme-titreme görülebilir. Böbrek taşı idrar yollarını tıkayarak idrarın vücuttan atılmasında sıkıntılara yol açabilir. Böbrek taşının idrar yolunu tıkadığı kişilerde ilerleyen dönemde böbrek fonksiyonunu kaybeder ve çift taraflı ise böbrek yetmezliği gelişebilmektedir. BÖBREK TAŞI NEDEN OLUŞUR? Böbrek taşı oluşumunda birden fazla faktör etken rol oynayabilir. Böbrek taşı oluşmasında birkaç faktörün bir araya gelmesi riski artırabilmektedir. Yetersiz sıvı alımı: Vücutta yeterli su olmaması böbrek taşı oluşmasında önemli bir etkendir. Gün içinde yeteri oranda su içilmemesi idrarla atılan taş öncüsü maddelerin yoğunluğunu artırır ve idrarı asidik hale getirebilir. Bu durumda böbrek taşı oluşumuna neden olabilir. Sıcak iklimlerde yaşayanlar ve çok fazla terleyenler de risk altındadır. Cinsiyet: Erkeklerde kadınlara oranla daha fazla böbrek taşı oluştuğu bilinmektedir. Genetik: Ailede böbrek taşı geçmişi olması yani genetik unsunlar böbrek taşı oluşumuna yol açabilir. Daha önce böbrek taşı oluşan kişilerin tekrar böbrek taşı oluşturma ihtimali daha yüksektir. Özellikle 25 yaşından önce böbrek taşı oluşan kişilerde tekrarlayan böbrek taşları görülebilmektedir. Beslenme de böbrek taşı oluşumunda etkili olabilir. Protein, sodyum veya şeker açısından yüksek bir beslenme düzeni böbrek taşına zemin hazırlayabilir. Yüksek protein düşük lif oranı içeren şekilde beslenmekten kaçınmak gerekmektedir. Özellikle yiyeceklerin çok fazla tuzlu tüketilmesi böbreklerden atılan kalsiyum miktarını artırır ve böbrek taşı riskini önemli ölçüde artırır. Sindirim sistemi ameliyatı geçiren kişilerde risk oranı artabilmektedir. Kilolu ve obez kişilerde böbrek taşı oluşabilir. Polikistik böbrek ya da başka bir kistik böbrek hastalığı olan kişilerde böbrek taşı oluşma oranı daha fazladır. Tek böbrekli olmak böbrek taşı oluşma riskini artırabilmektedir. İdrarda sistin, oksalat, ürik asit veya kalsiyum oranlarının artmasına neden olan rahatsızlıklar böbrek taşı oluşumu riskini artırır. Sıvı birikimini azaltmak için kullanılan ilaçlar, kalsiyum bazlı antasitler, bazı antibiyotikler ve ilaçlar böbrek taşı oluşumuna zemin hazırlayabilir. Çok sık idrar yolu enfeksiyonu geçirmek, Crohn hastalığı, renal tübüler asidoz, hiperparatiroidizm, medüller sünger böbrek ve Dent hastalığı gibi rahatsızlıklar böbrek taşı oluşumu riskini artırır. Uzun süre D vitamini ve kalsiyum takviyesi kullanmak böbrek taşlarının oluşumuna katkıda bulunabilmektedir. BÖBREK TAŞI TEŞHİSİ Böbrek taşının teşhisinde üroloji doktorunun detaylı muayenesi önemlidir. Böbrek taşının belirtileri üroloji doktoru için çoğu durumda yeterli olabilmektedir. Bununla birlikte böbrek taşı teşhisinin tam olarak netleştirilebilmesi için bir takım tetkikler yapılabilmektedir. Kan testi: Böbreklerin doğru çalışıp çalışmadığının kontrolünü sağlamak için kan testi yapılabilir. Özellikle kandaki ürik asit ve kalsiyum gibi böbrek taşı oluşumunda etkili olabilecek maddelerin oranları incelenir. İdrar testi: İdrarda kan ve enfeksiyon varlığı belirlenebilir. Böbrek taşına eşlik edebilecek hastalıkları belirlemek ve teşhisi netleştirmek için idrar testleri önemli ayrıntılar verebilir. Ayrıca 1 günlük idrar toplama testleri uygulanabilir. İdrar toplama testiyle idrarda taş oluşumuna neden olabilecek veya engelleyecek maddeler belirlenebilir. Görüntüleme yöntemleri: Görüntüleme yöntemleri ile böbrek taşlarına teşhis konulabilir. Böbrek taşlarının görüntüleme yöntemleri ile teşhisinde farklı yöntemler kullanılabilir. Bilgisayarla Tomografi: Küçük taşlar dahil böbrek veya idrar yolundaki taşların yeri ve boyutu belirlenebilir. Bilgisayarlı tomografi ile böbrek ve çevre organlarda farklı bir rahatsızlık olup olmadığı da belirlenebilir. Ultrason: Yüksek frekanslı ses dalgalarının kullanıldığı ultrason yöntemi ile böbrek taşlarıyla ilgili bilgi elde edilebilir. Hızlı ve güvenilir sonuçlar alınabilmektedir. Çok küçük taşlar ve idrar yoluna girmiş taşlar ultrason yöntemi ile bazen gözden kaçabilir. Ancak Ultrasonografi radyasyona maruz kalınmaması için hamilelerde tercih edilmektedir. İntravenöz ürogram (IVU) veya intravenöz piyelogram (IVP): Damardan kontrast madde verilmesinin ardından böbreklerin süzme işleminin röntgen ile kontrol edilmesi esasına dayanmaktadır. Ancak son yıllarda tercih edilen bir yöntem değildir. Böbrek taşı analizi: Daha önce idrar yoluyla atılan bir taşın üroloji doktoruna götürülmesi ile taşın iç yapısının hangi maddelerden oluştuğu test edilebilir. Gazlı bez, çorap veya süzgece idrar yaparak atılan taş toplanabilir. Taşın laboratuvarda incelenmesi ile yeniden taş oluşumunu engelleyecek tedavinin uygulanması konusunda doktora fikir verir. BÖBREK TAŞI TEDAVİSİ Böbrek taşı tedavisi taşın bulunduğu bölge, büyüklüğü ve tipine göre farklılık gösterebilmektedir. Böbrek taşlarının birçoğu özellikle 4 mm. ’den daha küçük olanlar idrar yolu ile kendi kendine vücuttan atılabilirler. Ancak küçük böbrek taşları da şiddetli ağrılara neden olabilmektedir. Küçük böbrek taşlarında evde uygulanabilecek tedaviler uygulanabilir. Su tedavisi: Gün içinde yeterli su tüketimi böbrek taşının oluşmasında etkili rol oynadığı gibi oluşan taşın düşürülmesinde de etkili olabilmektedir. Günde 2 - 3 litre su içmek, üriner sistemin yıkanmasına yardımcı olabilir. Özellikle idrar rengi sarı veya koyu olan hastaların berrak bir idrar rengine ulaşana kadar yeterli miktarda su içmeleri önemlidir. Daha önce sistin böbrek taşı olan hastaların daha da fazla su tüketmeleri gerekir. İdrar kaçırma, idrar sıklığı veya böbrek yetmezliği gibi farklı rahatsızlıkları olan hastaların su tüketimi konusunda doktora danışmaları gerekir. İlaç tedavisi: İdrar yollarından geçebilecek boyuttaki taşların daha rahat düşürülebilmesi için buradaki kasları gevşeten farklı ilaçlar kullanılabilir. Kasların gevşemesiyle böbrek taşı daha hızlı ve daha ağrısız düşürülebilir. Böbrek taşının düşürülmesi sırasında yaşanan böbrek taşı ağrısına yönelik ağrı kesici ilaçlar kullanılabilir. Bazı hastalarda yaşanan bulantı kusma gibi etkilere karşı da ilaç kullanılması faydalı olabilmektedir. İdrar yollarından geçemeyecek kadar büyük olan taşlar için farklı tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Ses dalgaları ile böbrek taşının kırılması(SWL) Böbrek taşının bulunduğu bölge ve büyüklüğüne bağlı olarak şok dalga tedavisi taş kırma yöntemi kullanılabilir. Vücudun dışından böbrek taşının parçalanmak için güçlü titreşimler oluşturan ses dalgaları kullanılmaktadır. Kırılan böbrek taşı parçaları idrar ile vücuttan atılır. İşlem böbrek taşının büyüklüğü ve bulunduğu bölgeye ve kullanılan cihaza göre 30-45 dakika sürebilmektedir. Ses dalgaları ile böbrek taşının kırılması çok şiddetli olmamakla birlikte ağrıya neden olabileceği için sedasyon veya hafif anestezi altında gerçekleştirilir. Hasta aynı gün evine gönderilir. Ameliyatsız taş kırma yöntemi olarak bilinen ses dalgaları ile böbrek taşının kırılması yöntemi genellikle 2 cm’den küçük böbrek taşlarda başarı sağlamaktadır. Üreteroskopi (Retrograd İntrarenal Cerrahi-RİRC) Böbrek içindeki taşları kıvrılabilir ve ince aletler kullanarak, laser yardımıyla taş kırma yöntemidir. Kıvrılabilir cihazla idrar yolu uç kısmında direkt girilir, üretra, mesane ve üreter geçilerek böbreğe ulaşılır. Taşın boyutu ve bulunduğu bölgeye göre taş bütün olarak çıkartılabilir. Çıkartılamayacak kadar büyük olan taşlar bulunduğu yerde holmium lazer kullanılarak küçük parçalara ayrılarak idrar yoluyla atılması sağlanır. Böbrek taşının retrograd intrarenal cerrahi yöntemiyle kırılması veya çıkarılması esnasında herhangi bir kitle ya da şüpheli oluşuma rastlanılırsa biyopsi alınabilir veya endoskopik temizleme işlemi aynı seansta gerçekleştirilebilir. Böbrek içi lazerle taş kırma işlemi genel anestezi altında gerçekleştirilir. Kırılan taşın kırıntılarının mesaneye akması için genelde böbrekten mesaneye uzanan bir tel(DJ stent) kullanılabilir. Üreteroskopi ve Retrograd İntrarenal Cerrahi (RİRC) sonrası komplikasyon oranı ve hastanede yatış süresi düşüktür. Ancak operasyon süresinin uzaması ve ikinci bir operasyon yapılabilme ihtimali dezavantajları arasında sıralanabilir. İşlem sonrası mukoza yaralanması, idrarda kan görülmesi, işlem sonrası ateş gibi komplikasyonlar görülebilir ve genellikle herhangi bir müdahale gerektirmemekte bazen medikal tedavi gerekmektedir. Her hangi bir ameliyat kesisi yapılmadan işlemin idrar kanalından girilerek yapılması en büyük avantajları arasındadır. Bu sayede hastalar daha kısa sürede ev ve sosyal yaşamlarına dönebilmektedir. Üreteroskopi (Retrograd İntrarenal Cerrahi-RİRC) işlemi; 2 cm’den küçük böbrek taşı olanlar 2 cm’den büyük böbrek taşı olmasına rağmen olmakla ameliyata uygun olmayan hastalar Böbrek taşının yanında üreter taşı olan uygun hastalar Kanama bozukluğu olan veya pıhtılaşmayı engelleyen ilaç kullananlar İleri derece obezler İskelet sisteminde bozukluk olan hastalar Böbrek anomalisi olan hastalarda daha fazla tercih edilmektedir. Perkütan Nefrolitotomi(PNL) Kapalı bir yöntem olan Perkütan Nefrolitotomi 2 cm’den daha büyük ve kompleks böbrek taşlarının tedavisinde kullanılır. Zorluğu nedeniyle bu konuda eğitim almış tecrübeli üroloji doktorları tercih edilmelidir. PNL ameliyatı genel anestezi altında gerçekleştirilir. Hasta ameliyat masasına yüz üstü yatırılır. Sırt bölgesinde açılan küçük bir kesiden böbreğe bir tüp yerleştirilir. Tüpün bir ucu cilt dışında bırakılır Üroloji doktoru tüpün içinden nefroskop denilen optik kamera ve taşın kırılmasını veya alınmasını sağlayacak aletleri geçirerek taşa ulaşır. Çıkarılabilecek büyüklükteki taşlar yerleştirilen tüpten çıkartılır. Çıkartılamayacak büyüklükteki böbrek taşları, ses dalgaları, holmium laser veya pnömotik enerji ile kırılarak küçük parçalara ayrılır. Küçük parçalara ayrılar taş emme makinası ile vakumlanabilir veya kırıntılar olarak çıkartılabilir. Böbrek taşının tamamen temizlenip temizlenmediğini belirlenebilmesi için işlem sırasında görüntüleme yöntemleri ile teyit edilir. Böbreğe yerleştirilen drenaj tüpü genellikle işlemin ardından 1-2 gün bırakılır. İşlemin ardından hasta 2-3 gün hastanede kalır. Hastaneden taburcu edilmeden önce böbreğe yerleştirilen drenaj tüpü çıkartılır. Perkütan Nefrolitotomi işleminden sonra sırttaki küçük keşide ağrı yaşanabilir. Ağrı basit ağrı kesicilerle kontrol altın alınabilir. Perkütan nefrolitotomi ameliyatında enfeksiyon, kanama ve diğer komplikasyon riskleri taşıyabilmektedir. Taburcu olduktan sonraki ilk 1 hafta idrarda kan görülebilir. Ateş, titreme veya idrardaki kanın uzun süre geçmemesi gibi durumlarda üroloji doktoruna başvurulmalıdır. Açık Böbrek Taşı Ameliyatı: Gelişen teknoloji nedeniyle böbrek taşlarının açık ameliyatı günümüzde çok az yapılmaktadır. Çok büyük bir taş veya anormal anatominin olduğu hastalarda uygulanmaktadır. %1’i geçmeyen açık böbrek taşı ameliyatlarında üroloji doktoru böbrekleri ulaşmak için sırta bir kesi açarak böbrek taşlarına ulaşmaktadır. Hiperparatiroidi ameliyatı Kanda kalsiyum düzeyinin normal sınırlar içinde kalmasını sağlayan tek organ olan paratiroid bezlerinin normalden fazla çalışması böbrek taşı oluşmasına neden olabilir. Bu bezler çok fazla paratiroid hormonu (hiperparatiroidizm) ürettiğinde, kalsiyum seviyeleri yükselerek kalsiyum taşlarının oluşmasına zemin hazırlar. Paratiroid bezlerine yönelik ameliyat kalsiyum seviyelerinin normale dönmesini sağlayıp ve böbrek taşı oluşmasını engelleyebilir. BÖBREK TAŞI HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR Böbrek Taşı Çeşitleri Nelerdir? Böbrek taşı çeşitlerinin bilinmesi tedavi için önemlidir. Böbrek taşının çeşidine göre tedavi yönlendirilebilirken tekrarlamaması için alınacak önlemler de belirlenebilir. Böbrek taşı çeşitleri şu şekildedir. Kalsiyum Taşları: En sık görülen böbrek taşı çeşididir. Böbrekte oluşan taşların birçoğu, genellikle kalsiyum oksalat formundaki kalsiyum taşlarıdır. Kalsiyum taşlarının görünümü genellikle ya büyük ve pürüzsüz ya da dikenli ve kabadır. Fındık, çikolata, meyve ve sebzelerde yüksek oranda bulunan oksalat karaciğer tarafından da üretilmektedir. Beslenme şekli Yüksek dozlarda D vitamini takviyesi alamı Bağırsak bypass ameliyatı Metabolik bozukluklar Kullanılan bazı ilaçlar Sarkoidoz rahatsızlığı idrarda kalsiyum veya oksalat konsantrasyonunu artırabilir. Struvite taşları: Bu böbrek taşları genellikle idrar yolu enfeksiyonlarından sonra oluşmaktadır. Struvite taşları hiçbir belirti vermeden çok hızlı bir şekilde büyüyebilir. Magnezyum, amonyum ve fosfattan oluşan Struvite taşları kadınlarda erkeklerden daha yaygındır. Ürik asit taşları: Ürik asit taşları, genellikle idrarın normalden fazla asitik yapıda olduğu durumlarda oluşur. Yeterli miktarda su içilmemesi Yüksek proteinli beslenme Gut hastalarında Vücuttaki normal asit seviyesinden daha yüksek seviyelere neden olan kalıtsal hastalıklar Kemoterapi gibi durumlarda ürik asit taşları oluşabilir. Ürik asit, kendi başına taş oluşturabileceği gibi kalsiyum ile de taşlar oluşturabilir. Sistin taşları: Sistin taşları nispeten daha az görülen ve sık tekrarlayan böbrek taşı türüdür. Böbreklerin sistin adı verilen amino asiti çok fazla salgılanmasına neden olan kalıtsal bozukluktan kaynaklanmaktadır. Erken yaşlarda görülmeye başlar ve sık tekrarladığı için böbrekleri yetmezliğe götürebilir. Böbrek Taşı İçin Hangi Doktora Gidilmelidir? Böbrek taşları için Üroloji doktoruna gidilmelidir. Böbrek taşına ne tür bir tedavi uygulanacağı üroloji doktorunun yapacağı muayene ve tetkiklerin ardından karar verilir. Böbrek taşlarının tedavisinde cerrahi yöntemlerin de bulunduğu göz önüne alarak böbrek taşı ameliyatlarında deneyimli bir üroloji doktoru ve alt yapısı yeterli bir hastanenin seçilmesi önemlidir. Böbrek Taşının Oluşmasını Önlemek İçin Neler Yapılmalıdır? Böbrek taşlarının oluşma sebebi farklılık göstermektedir. Özellikle beslenme şekline göre alınacak önlemler oluşan böbrek taşına göre farklılık göstermektedir. Gün içerisinde yeterli miktarda su tüketimi böbrek taşları oluşumunun engellenmesi bakımından ilk sırada yer almaktadır. Günlük idrar çıkışının üzerinde su tüketiminin yapılması gerekir. Gerekirse üroloji doktoru idrar çıkışının ölçülmesini isteyebilir. Sıcak ve kuru iklimlerde yaşayanlar ve sık egzersiz yapan kişilerin daha fazla su içmesi gerekir. İdrar renginin berrak olması yeterli su tüketimi yapıldığının işareti olabilir. Böbrek taşı çeşidine göre üroloji doktoru ve diyetisyenle görüşülerek uygun bir beslenme şekli düzenlenebilir. Beslenme düzeni oluşturulurken dengeli beslenme kurallarının unutulmaması gerekir. Günlük tuz tüketiminin azaltılması böbrek taşı oluşum ihtimalini düşürdüğü gibi hipertansiyon, kalp ve damar hastalıkları başta olmak üzere birçok rahatsızlık riskini de azaltmaktadır. Böbrek taşı çeşidine göre farklı ilaçlar kullanılabilir. Böbrek Taşı Olanlar Nasıl Beslenilmelidir? Böbrek taşı hikâyesi olan hastaların böbrek taşının çeşidine göre farklı beslenme düzenleri oluşturması gerekebilir. Beslenme şeklini üroloji doktoru ve diyetisyenle belirlemek en doğru seçenektir. Kalsiyum oksalat taşı olan hastaların kalsiyumu tamamen kesmesi doğru bir yaklaşım değildir. Kalsiyum sağlıklı diş ve kemik yapısı için gerekli olduğu için doktor tavsiyesi olmadan kısıtlamamak gerekir. Kalsiyum oksalat taşı olan hastaların; Fındık, badem, yer fıstığı, kaju Ispanak Buğday Kepeği Pancar kökü Kuşkonmaz Çikolata Çilek Pırasa, maydanoz, kereviz Soya ürünlerinden uzak durması gerekir. Kalsiyumun, oksalat oranı düşük tahıl, sebze ve meyvelerden elde edilmesi daha sağlıklı bir seçenektir. Tuz tüketiminin artması böbrek taşı oluşumuna tetikleyebilir. Tuzun içinde bulunan sodyum pek çok konserve ve paketlenmiş hazır gıdada da bulunabilir. Hayvansal proteinin sınırlı tüketilmesi önemlidir. Protein ihtiyacının hayvansal proteinden elde edilmesi bazı tür böbrek taşı oluşma riskini artırabilir. Kırmızı ve beyaz et ile sakatat Yumurta Balık ve deniz ürünleri Süt, peynir gibi hayvansal protein tüketimini sınırlamak önemlidir. Ancak yeterli miktarda protein alımı da önemlidir. Hayvansal proteinlerin yerine, genellikle protein bakımından yüksek, oksalat bakımından düşük olan kuru bezelye ve mercimekler tercih edilmelidir. Hayvansal proteinin aşırı tüketilmesi ürik asit taşlarının oluşmasını tetikleyebilir. Böbrekleri koruyacak yiyecekler nelerdir? Fesleğen Kereviz Elma Üzüm Nar Karpuz B6 Vitamini (piroksin) takviyeleri de taş oluşumundan korunmada etkilidir. Barbunya fasulyesi kaynatma suyu, böbrek taşı problemlerini önlemek için etkili bitkisel tedavilerden biri olabilir. Çocuklarımda böbrek taşı olacak mı? Böbrek taşının bazı nedenleri kalıtsal özellik gösterebilir. Böbrek taşı olan bir kişinin çocuklarında böbrek taşı görülme olasılığı daha yüksektir. Böbrek taşları böbreklerime zarar verebilir mi? Böbrek taşları özellikle uzun süre tedavi edilmezse böbreklerde hasara neden olabilir. Tekrarlayan böbrek taşları ciddi enfeksiyonlara neden olursa, tıkayıcı özellik gösterirse ve tedavide geç kalınırsa böbrek kaybına bile yol açabilmektedir. Böbrek taşında ameliyat ne zaman gereklidir? Her böbrek taşı için ameliyat gerekli oymayabilir. Artmış su tüketimi, ilaç tedavisi gibi önlemlerle düşmeyen böbrek ve idrar yolu taşlarında ameliyat gündeme gelebilir. Şiddetli ağrı ve enfeksiyona neden olan böbrek taşları Kendi başlarına düşmesi mümkün olmayan büyüklükteki böbrek taşları Kanamaya neden olan böbrek taşları Böbrek hasarına yol açabilecek böbrek taşları ameliyat edilmelidir. Tam tıkanma yapan taşlar
  11. Okullar ne zaman hangi tarihte kapanacak sorusu araştırma konusu olmaya devam ediyor. 6 Eylül tarihinde başlayan 2021-2022 eğitim öğretim yılı 21 Ocak tarihinde yarıyıl tatiline girdi. 7 Şubat tarihinde yeniden ders başı yapan öğrenciler Nisan ayı içerisinde ikinci ara tatili yaptı. Mayıs ayının bitmesine sayılı günler kala öğrenciler yaz tatili ne zaman başlayacak, karneler ne zaman verilecek sorusuna yanıt arıyor. OKULLAR NE ZAMAN KAPANACAK YAZ TATİLİ NE ZAMAN BAŞLAYACAK? 2021-2022 eğitim öğretim yılı bu sene 17 Haziran Cuma günü sona erecek. Karnelerinin alan öğrenciler yaz tatiline 17 Haziran'dan itibaren başlayacak. YAZ TATİLİ NE ZAMAN BİTECEK? 17 Haziran'da alınacak karnelerin ardından öğrenciler 2022-2023 eğitim öğretim yılına 12 Eylül tarihinde başlayacak.
  12. Mayıs ayında döviz kurlarında yaşanan değişimler piyasadaki gelişmeleri takip edenler tarafından merak ediliyor. Bu kapsamda özellikle dolar ve euro kurundaki son durum sık araştırılanlar arasında yer alıyor. Peki, dolar neden düşüyor? 23 Mayıs euro ve dolar düşecek mi, yükselecek mi DOLAR NEDEN DÜŞÜYOR? Analistler, enflasyon, büyüme ve daha fazla sıkılaşma odaklı endişelerin devam ettiğini belirterek, mevcut endişelerin aşırı fiyatlandığına dair görüşlerin dolar endeksindeki son düşüşte etkili olduğunu kaydetti. Bu hafta ABD Merkez Bankası'nın toplantı tutanakları, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın faiz kararı ve Davos Zirvesi'nden gelecek haber akışının piyasaların odağında olacağını ifade eden analistler, bugünün veri gündeminde ise ABD'de Chicago Fed ulusal aktivite endeksinin öne çıktığını söyledi. Analistler, teknik açıdan dolar endeksinde 102,3'ün destek, 103,4'ün direnç konumunda bulunduğunu bildirdi. ALTIN FİYATLARI DÜŞECEK Mİ, YÜKSELECEK Mİ? Analistler, küresel çapta enflasyonist baskıların devamına işaret eden gelişmeler ve resesyon kaygılarının yatırımcıları temkinli olmaya ittiğini belirterek, güvenli limanlara olan talebin arttığını söyledi. Bu hafta ABD Merkez Bankası'nın (Fed) toplantı tutanakları ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) Para Politikası Kurulu faiz kararının yanı sıra Almanya ve ABD'de birinci çeyrek büyüme ile dünya genelinde açıklanacak Satınalma Yöneticileri Endeksi (PMI) başta olmak üzere yoğun veri akışının yatırımcıların odağında yer aldığını ifade eden analistler, bugün ise Almanya'da Ifo iş dünyası güven endeksi ve ABD'de Chicago Fed ulusal aktivite endeksinin takip edileceğini kaydetti. Analistler, teknik açıdan altının ons fiyatında 1.830 ve 1.800 doların destek, 1.880 doların direnç konumunda bulunduğunu bildirdi.
  13. Cilt Altında Oluşan Şişlikler Cilt altı şişlikleri en çok yağ bezesi (lipom) ya da yağ kisti (sebasea) ve lenf bezi şişlikleri ile ilişkilendirilmektedir. Kanser kaynaklı şişlikler daha az görülmektedir. Lipomlar ve yağ kistleri ağrıya neden olmaz. Ancak iltihap ve apse kaynaklı şişlikler ciddi boyutlu ağrılara neden olabilir. Bu sayede kolaylıkla ayırt edilebilirler. Sonradan ortaya çıkan cilt altı lezyonlarının sebebi mutlaka araştırılmalıdır. Bu nedenle böyle bir durumla karşılaşılması halinde mutlaka uzman bir doktora başvurulması önerilmektedir. Bu yazımızda cilt altı şişliklerden lipom ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Ne olduğundan, nasıl ortaya çıktığından ve nasıl tedavi edilmesi gerektiğinden bahsedilecektir. Lipom Yağ Bezesi Nedir? Tıbbi olarak lipom diye anılan cilt altı şişlikleri halk arasında yağ bezesi olarak bilinmektedir. İyi huylu tümörler olarak da tanımlanabilir. Ancak nadir görülen ve kanserle ilişkilendirilen örnekleri de bulunmaktadır. İyi huylu olanlar lipom, kötü huylu kanserleşme riski olanlar ise liposarkom olarak sınıflandırılır. Yapılan araştırmalara göre görülen yağ bezelerinin yalnızca %0.5 kanserleşme eğilimindedir. Kötü huylu olmalarına karşın ölümcül değillerdir. Liposarkomun vücuttan alınması ile kanserleşmenin önüne geçilebilir. Yağ bezeleri cilt altında konumlanan yumuşak dokulu hareket ettirilebilen şişliklerdir. Ağrıya neden olmazlar. Boyut olarak çeşitli boyutlarda olabilir. Kimi lipom nohut kadardır, kimisi ise portakal büyüklüğünde olabilir. Ayrıca bir veya birden fazla olacak şekilde de bulunabilirler. Neden Olur? Yağ bezelerinin oluşma nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Ancak uzmanlar tarafından genetik faktörlerin ve meydana gelen travmaların etkisi olduğu düşünülmektedir. Genetik faktörler ve lipomların görülme sıklığının araştırıldığı bir çalışmada genetik faktörlerinin etkisinin %2-3 gibi bir oranda etkilediği tespit edilmiştir. Aynı çalışmada obezite ve diabet hastalığı bulunan bireylerde lipomların gelişme riskinin daha fazla olduğu da tespit edilmiştir. Yağ Bezesi Nasıl Teşhis Edilir? Hastalığın tanısı tecrübeli bir genel cerrahi uzmanı tarafından muayene ile konulabilir. Nadiren cilt altında bulunan kist sebasea, lenf bezi büyümesi ya da yumuşak doku tümörü ve kanserleri ile karışabilir. Yağ bezesi yumuşak elastik kıvamlı sıklıkla yuvarlak veya oval, kolaylıkla yerinden sağa sola oynatılabilen bir şişliktir. Şüpheli durumlarda Ultrasound, tomografi yada MR gibi tetkikler tanıda yardımcı olur. Gerekirse kitleden değişik yöntemlerle parça alınıp patolojik tetkik yapılarak kesin tanı konur. Yağ Bezesi Tedavisi Nasıl Yapılır? Yağ bezelerinin oluşmasını engellemenin bir yolu yoktur. Ancak kolaylıkla tedavi edilebilirler. Zararsız lezyonlar olmasına rağmen büyümesinden kaynaklı rahatsızlıklara ya da estetik anlamda rahatsızlığa neden olabilir. Bu tür durumlarda cerrahi yolla kolaylıkla vücuttan çıkarılabilirler. Yağ bezelerinin tedavi edilmesi yani alınması şart değildir. Ancak alınmasının da herhangi bir zararı bulunmamaktadır. Tedavi geleneksel cerrahi yöntem uygulanarak yağ bezesinin tamamının çıkarılması ile sağlanır. Özellikle çok sayıda yağ bezesi olan hastaların tüm bezelerinin alınması gereksizdir. Belli bir büyüklüğü aşan, hayatın normal akışını ve fiziksel aktiviteyi etkileyen ya da estetik açıdan kötü bir görünüme sebep olan lipomlar alınmalıdır. Lipomlar esnek olduğundan (yumuşak ve hareket ettirilebilir dokulardır) kendi ebatlarından daha küçük bir cerrahi kesi ile alınabilirler. Ayrıca cerrahi kesi cildin doğal çizgilerine paralel yapılıp ince prolen iplik kullanılarak cilt altı devamlı dikiş ile kapatılırsa minimum seviyede bir yara izi kalır. Cilt altı dikiş kullanılması sayesinde estetik anlamda tedavi sonrasında istenmeyen bir durumla karşılaşılmaz. Yara iyileşmesi alındığı bölgeye bağlı olarak yaklaşık bir hafta sürer. Kanserleşme Riski Olan Lipomlar Nasıl Anlaşılır? Cilt altı bezeler hızlı büyüyorsa, sınırları düzensiz ise bulunduğu yere yapışık hiç hereket ettirilemiyorsa boyutları 10-15 cm den büyükse alınıp patolojik tetkikinin yapılması şarttır. Kesin tanı ancak patolojik tetkik ile konabilir. Ultrasound, MR ve tomografi cerrahi öncesinde yol gösterici olabilir ancak kesin tanı konulmasını sağlamaz. Bu nedenle yukarıdaki bulgular söz konusu olduğunda mutlaka bir cerrahi uzmanına muayene olmalıdır Liposarkom nasıl tedavi edilir ? Liposarkom bir yağ dokusu kanseridir, tedavisi hiç kalıntı kalmayacak şekilde cerrahi olarak tamamen alınmasıdır. Hayati organlara yakın oldugunda çok zor çıkarılır ve sıklıkla aynı yerde tekrarlar.
  14. İPhone 14 çıkış tarihi teknoloji tutkunları tarafından sabırsızlıkla bekleniyor. ABD merkezli teknoloji devi Apple'ın yeni bombası İPhone 14 piyasaya çıkmak için gün sayıyor. Daha ileri teknoloji ile satışa çıkacak olan İPhone 14'ten ilk görüntüler sosyal medyada yer aldı. Öte yandan sızdırılan bilgilere göre İPhone 14, iPhone 13 serisine kıyasla 100 dolar artacak. Peki, İPhone 14 Ne Zaman Çıkacak? İPhone 14 fiyatları ne kadar olacak? İşte, ayrıntılar. iPhone 14'den ilk fotoğraflar sızdı. Sızdırılan karede yer alan modeller şu şekilde: 6,1 inç iPhone 14, 6,1 inç iPhone 14 Pro, 6,7 inç iPhone 14 Max ve 6,7 inç iPhone 14 Pro Max. (Weibo) İPHONE 14 NE ZAMAN ÇIKACAK? Her yıl belirli tarihlerde İPhone’un bir üst modelinin tanıtımını gerçekleştiren Apple bu yıl iPhone 14 modellerini tanıtacak. Şirketten tanıtım tarihi ile ilgili henüz bir açıklama gelmese de Eylül ya da Ekim ayında tanıtım organizasyonunun gerçekleşmesi bekleniyor. İPHONE 14 FİYATLARI iPhone 14 modellerinin fiyatlarıyla ilgili bazı bilgiler ortaya çıktı. Gelen sızıntıya göre; yeni modellerin fiyatı, iPhone 13 serisine kıyasla 100 dolar artacak. iPhone 14 serisinin fiyatlarının şu şekilde olması bekleniyor: iPhone 14 - 799 dolar iPhone 14 Max - 899 dolar iPhone 14 Pro - 1099 dolar iPhone 14 Pro Max - 1199 dolar
  15. Dünyanın gündeminde yer alan maymun çiçeği virüsü (monkeypox virus), yeni bir salgın endişesi yarattı ve vatandaşlar, yeni virüsün detaylarını araştırmaya başladı. İlk kez 7 Mayıs 2022'de İngiltere'de görülen vakanın ardından, maymun çiçeği virüsü Avrupa'da gündem oldu. Türkiye'de vaka görülüp görülmediğini ve maymun çiçeği virüsünün bulaşıcı olup olmadığını merak edenler, 'yeni virüs bulaşıcı mı, öldürücü mü, yeni virüsün adı ne, maymun çiçeği virüsü hangi ülkelerde görüldü?' sorularının cevabını arama motorunda sorgulamayı sürdürürken; maymun çiçeği virüsüne dair merak edilenler haberimizde. MAYMUN ÇİÇEĞİ VİRÜSÜ NEDİR? Virüs ilk olarak 1958'de bilimsel araştırmalarda kullanılan bir maymun kolonisinde tespit edildiği için bu ismi almıştır. Küresel aşılamanın yapılmasıyla beraber 1980 yılı itibarıyla son bulan çiçek virüsü ile maymun çiçeği virüsü arasında genetik benzerlik bulunmaktadır. Bu yüzden çiçek aşısı yaptıran kişiler, maymun çiçeğine karşı da bir miktar koruma ihtimali taşımaktadır. Bu virüs insanlarda ilk kez 1970'de görülmüştür. MAYMUN ÇİÇEĞİ VİRÜSÜ HAYVANARDAN İNSANLARA NASIL GEÇER? BULAŞMAMASI İÇİN NE YAPMAK GEREKİR? Maymun çiçeği virüsünü taşıyan hayvanlar, fiziksel temas ile bu virüsü insanlara bulaştırabiliyor. Bu hayvanlar arasında kemirgenler ve primatlar bulunuyor. Bulaşı riskini azaltmak için vahşi hayvanlarla korumasız temas edilmemesi, özellikle de hasta olan hayvanlardan veya ölü hayvanlardan uzak durulması tavsiye ediliyor. MAYMUN ÇİÇEĞİ VİRÜSÜNDEN NASIL KORUNULUR, BULAŞMAMASI İÇİN NE YAPILMALI? Maymun çiçeği virüsünden korunmanın en önemli yolu, virüsü taşıdığından şüphelenilen kişilerle fiziksel temas kurmamaktır. Bu nedenle, Sağlık çalışanları ve virüsü taşıyanlarla birlikte yaşayanların, lezyonlarla doğrudan temas etmemesi ve maske takması, virüsü taşıyanların yaralarının üzerine kapatması, kendilerini izole etmesi ve maske takması önerilmektedir. Fiziksel temasın gerekli olduğu anlarda, tek kullanımlık eldivenlerin giyilmesi gerekmektedir. Aynı evde yaşayanların yüzeyleri, kıyafetleri ve mutfak eşyalarını düzenli olarak temizlemesi de oldukça önemli kabul ediliyor. MAYMUN ÇİÇEĞİ VİRÜSÜ HANGİ ÜLKELERDE GÖRÜLDÜ? İlk vakanın 7 Mayıs'ta İngiltere'de görülmesinin ardından; Maymun Çiçeği virüsü ABD, Kanada, İspanya, Belçika, Fransa, Portekiz, İtalya, İsveç, Almanya, Avustralya, İsrail'in ardından İsviçre'de de görüldü. İngiltere'de 11 yeni vaka daha tespit edilirken; vaka sayısı 20'ye çıktı. İspanya'da da 14 yeni vakayla toplam sayı 21'i buldu. Avrupa'da toplam vaka sayısı 100'ü aştı. MAYMUN ÇİÇEĞİ VİRÜSÜ ÖLDÜRÜCÜ MÜDÜR? Endemik bir virüsün neden olduğu nadir hastalıklardan biri olarak bilinen maymun çiçeği, Kongo ve Batı Afrika türü olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Virüsün Kongo türünün yüzde 10'a kadar ölüm riski bulunurken; Batı Afrika türünün ise her 2 vakadan birinde yüzde 1 ölüm oranına sahip olduğu bilinmektedir. Genellikle hayvandan insana ve nadiren insandan insana yakın temasla bulaşan virüs, vücutta yüksek ateş ve kaşıntılı kabarcıklara yol açarak etkisini göstermektedir.
  • Profil Reklam Alanı
  • Bu Alana Reklam Verebilirsiniz
    Bu Alana Reklam Verebilirsiniz
×
×
  • Yeni Oluştur...